Habertürk'te dün, Kanuni Sultan Süleyman'ın Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un makam odasının hemen önündeki camekânda bulunan kılıcından bahsetmiş, kılıcın üzerinde "Düşmanların, kılıcını savurduğun zaman dört bir yana yıkılırlar; bu kılıcın çeliğine sanki şarap verilmiştir" anlamına gelen Farsça bir beytin yazılı olduğunu söylemiştim.
Kılıçtan ziyade şiirdeki "şarap" sözü ilgi çekmiş olacak ki, dün bu şarabın ne anlama geldiğini soran çok sayıda mesaj aldım.
Anlatayım:
Doğu edebiyatlarında söz yahut düşünce pek doğrudan doğruya söylenmez, bazı kavramlar vasıtasıyla ve benzetmeler yapılarak ifade edilir.
Edebiyatta, kavramlardan faydalanılarak kurulan cümlelerdeki ifade biçimleri, herbiri ayrı isim taşıyan "edebî sanat" halini alırlar.
KADEHTEKİ KANLAR
Basit birkaç örnek vereyim: Klasik edebiyatta sevgilinin kirpiği oka, kaşı yaya, boyu serviye, gözü âhuya yani ceylâna, vücudu da bir gümüş külçesine benzetilir. Şair "serv-i revân" yani "yürüyen servi" dediği zaman, sevgilisinin salına salına adım atmasından sözetmektedir.
Bazen bunun tersi de yapılır ve asıl kelime ile bir başka anlamın hatıra getirilmesine çalışılır.
Meselâ, 17. asır şairi Nâilî-i Kadîm "Kirpiklerin, cadılar gibi savaşa tutuştu" anlamına gelen "Girdiler müjgânların bir cenge câdûlar gibi" mısraında sevgilisinin kirpiklerini oka benzetmekte, aşkına karşılık alamamaktan yakınmakta ve "kirpiklerinle savaşa girmişcesine bana oklar atmaktasın" demektedir.
Bu benzetmeler gerek İran, gerekse de Klasik Türk Şiiri'nde yani Divan Edebiyatı'nda benzer şekilde, aynı mantık çerçevesinde kullanılırlar.
Klasik şiirde, şarap ve kan da, renklerinin benzerliğinden dolayı birarada kullanılırlar. Sevgili, kendisine yüz vermeyen âşığına kanını bir kadehle şarap gibi sunmayı hayal eder veya düşmanın kanının savaş meydanlarında şarap gibi aktığından bahseder.
Kanuni'nin kılıcının üzerinde altın kakma ile yazılı olan ve "Düşmanların, kılıcını savurduğun zaman dört bir yana yıkılırlar; bu kılıcın çeliğine sanki şarap verilmiştir" şeklindeki beyitte de aynı mantık vardır: Kan ile şarabın benzerliği...
İKİ AYRI SANAT
Şimdi, bu beyitteki edebî sanatları açıklayayım:
Kılıcın çeliği, bilindiği gibi su verilerek sertleştirilir ve böylelikle daha da keskin olması sağlanır. Beyti yazan şair, kılıcın kanla sertleştirildiğini hatırlatıyor, bunun için kanın mecazı olan şaraptan faydalanıyor, "bu kılıca kan verilmiştir" derken "istiâre" sanatını yapıyor.
Beyitte bir başka edebî sanat daha var: Eski edebiyatta, Müslüman bir askerin "Allah" nidası ile ve kendinden geçmiş gibi hücum ettiğine, muharebenin verdiği şevkten dolayı transa girdiğine, sarhoş gibi olduğuna inanılır. Hükümdar da kılıcı ile düşmana saldırdığında aynı vaziyettedir, yani "Allah" diyerek kendinden geçmiş gibidir ve bu hâli şarap içmiş olanları hatırlatmaktadır. Beyitte yapılan bu ikinci edebî sanata, "kinaye" denir.
Kanuni Sultan Süleyman'ın kılıcındaki beytin geniş tercümesi şudur:
"Çelik, su verdikçe keskinleşir. Senin kılıcın, düşmanların akan kanlarından dolayı daha da keskin bir hâle gelmiştir. Sen, savaş meydanında elindeki bu kılıçla hücuma geçtiğin anda kendini öyle bir kaybedersin ki, sanki şarap içmiş gibisindir ve bu yüzden kılıcına daha fazla su verilmiş, o kılıç çok daha keskin kılınmış olur."
İşte, Kanuni'nin kılıcındaki iki satırın geniş anlamı!
Murat Bardakçı
(Habertürk, 12.02.2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder