Mustafa Armağan'ın 'Kurtlarla Dans' kitabının devamı olan 'Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 2' kitabı okuyucuyla buluştu. Üç yıl aradan sonra çıkan kitapta ilkinden farklı olarak Abdülhamid'in dış siyaseti de yer alıyor. Armağan, kaldığı yerden devam ediyor...
Abdülhamid 101 yıl önce tahtan indirildi. O, bir kesim tarafından hep Meşrutiyet karşıtı, Kızıl Sultan ve korkak olarak anıldı. Peki nasıl oluyor da bunca yıl sonra hala sözü ediliyor? Dış siyaseti, açılım politikasıyla bugün nerede duruyor? Mustafa Armağan ilkinin devamı niteliğinde olan 'Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 2' kitabında yeni bilgi ve belgelerle oyunu yeniden başlatıyor. Kitabın sloganı 'oyun yeniden başlıyor'. Kimin oyunu bu?
Türkiye'de Tanzimat'tan beri oyun oynanıyor. Bu toprakların değerlerine, kimliğine ve varlığına karşı açılmış bir savaş bu. Sultan Abdülhamid işte bu oyunu bozmaya ve ona karşı kendi oyununu devreye sokmaya çalıştığı için 'Kızıl Sultan' ilan edildi. Slogan, Abdülhamid'in jübilesinden beri sahnenin ilk defa yeniden düzenlendiğine işaret ediyor. O sözü Ergenekon'la da bağdaştırabilirsiniz. Türkiye'de bir oyun oynanmıştı ve bu oyunun karşı oyunu şu an sahnede. Abdülhamid'i anlamanın bir faydası da, bugünkü bazı şifrelerin çözülmesine hizmet etmesi.
Şimdiye kadar Abdülhamid Kızıl Sultan, korkak, Meşrutiyet karşıtı, milleti cahil bırakan padişah diye biliniyordu. Ama siz bu düşünceleri bertaraf edecek belgelerle yeni iddialar ortaya atıyorsunuz. Türkiye buna ne kadar hazırlıklı?
1940'lardan beri Türkiye bu yeni resme alışma yolunda. 1942'de Nihal Atsız "Abdülhamid Kızıl Sultan değil, Gök Hakandır" tezini ortaya attığında başına gelmeyen kalmamıştı. Türkiye'de, Aydınlar karşı çıkarken taban Osmanlı ve Abdülhamid'e son derece sıcak bakıyor. Öyle ki, Türkiye'nin Batısında insanlar Abdülhamid'i dahi politikacı, usta diplomat ve zeki devlet adamı olarak seviyorlar. Doğuda ise bunlar zaten öyle de, o bir evliya diye bakılıyor.
Abdülhamid'i 'aklamaya' mı çalışıyorsunuz?
Hayır, haksızlığı düzeltmeye çalışıyorum. Cemil Meriç'e atıfta bulunarak "Mazlum bir tarihin sesi olmak istiyorum" demiştim yıllar önce; bu sesi kısılmış tarihe sıvanan yalanlarla savaşıyorum. Yüz yıl boyunca sadece İttihatçı gözüyle anlatılmış bir kişiyi, kendi gözüyle ve kendi gözümüzle yeniden anlatmayı deniyorum. Abdülhamid'i İttihatçı bakıştan farklı bir gözle değerlendirdiğinizde şaşırtıcı bir resim çıkıyor karşınıza. Bu bazılarına 'aklama' çabası olarak görünebilir. Ben "ihkak-ı hak" peşindeyim.
Peki Abdülhamid'in "Meşrutiyet düşmanı" olarak bilinmesi de mi yanlış?
Malum Türkiye iki meşrutiyet denemesi yaşadı. İşin garibi, her iki Meşrutiyeti de ilan eden kişi, 'Meşrutiyet düşmanı' olarak bilinen Abdülhamid'dir! Şimdi bu nasıl bir meşrutiyet düşmanlığı? Anayasayı lağv etmemiş ve Meclisi de kapatmamış, hiçbir siyasî idam cezasını onaylamamış olan Abdülhamid, meşrutiyet karşıtı olarak görüldü. Oysa Abdülhamid hiçbir zaman "Meclisi kapattım, anayasayı kaldırdım" demedi. En fazla anayasayı askıya aldığını söyleyebiliriz, yine de bazı atamalarda ve iradelerde anayasaya dayandığını biliyoruz.
Dağılan parçaları birleştirdi
Ya Abdülhamid olmasaydı?
Batılılaşma eğer Abdülhamid'in müdahalesiyle mahiyet değiştirmemiş olsa, Abdülmecid veya V. Murad devrindeki gibi devam etseydi bugün başörtüsü sorunu olmaz, başörtüsü, folklorik bir nesneye dönüşürdü. Abdülhamid sayesinde, geleneksel İslam, ideolojik bir direniş rengi kazandı. Modernleşmeyi dinle yoğurarak yeniden yorumlanması, Tanzimat'ın alafrangalaşma sürecine İslami unsuru ve yerlilik katacaktı.
O dönemde yapılan açılımlarla bugünün ne farkı var?
Kürt açılımını kastediyorsanız o zamana kadar vergi vermeyen, askere gitmeyen, Kürtleri Hamidiye Alayları ile merkeze bağlamıştır. Abdülhamid dağılmakta olan parçaları yapıştırmaya çalışıyordu. Şimdi ise tersini görüyoruz.
Halk onun yönetimde olmasını çok istedi
Abdülhamid neden bu kadar karalanmış alabilir? Ateş olmayan yerden duman çıkar mı?
Karalanmamış olsaydı, iyi biri olarak anlatılsaydı "Madem bu kadar iyiydi, neden tahttan indirdiniz?" demezler miydi? Yeni rejimi kabul ettirebilmek için eski dönemi alabildiğine kötülemeniz lazımdı. Bu meşrutiyet döneminde moda oldu. Ancak İttihatçılar ülkeden kaçtıktan sonradır ki, insanlar nefes alıp "Abdühamid'in tabutunu tahta koysaydık bunlardan iyi yönetirdi" diyebildiler.
Eğer Abdülhamid'e yeterince şans verilseydi ne değişirdi?
Bir defa ne yapar eder Türkiye'yi savaşa sokmazdı. Savaşı engelleyemezdi belki ama en azından başlangıçta, 1914'de girmezdi. Sonucu görmeye çalışırdı. Bu da Osmanlı İmparatorluğu'nun ömrünü uzatırdı.
Mutlak meşruiyet ve eşkıyalık
Peki Abdülhamid'in hatası neydi?
Yönetimi şahsileştirmişti. Öyle bir sistem kurdu ki, bunun içinden sadece kendisi çıkabilirdi. Mesela bir "III. Abdülhamid" yetiştirebilirdi.
Abdülhamid tahtan indirileli 101 yıl oldu. Nasıl hala üzerine bu kadar konuşulabiliyor?
Abdülhamid "son padişah" ve hilafeti çok iyi kullanmış iyi bir "imaj-maker". Osmanlı'nın imajını içerde ve dışarda düzeltmek için çok uğraştı. Halkın onu hala sevmesinin altında bu toprakların çok derinlerine atılmış bir imza var. Anadolu'nun neresine giderseniz gidin saat kulesi, tekke, hastane, okul gibi eserler yaptırmış. Gana'dan Beyaz Rusya'ya kadar uzanan bir coğrafyada camilerde ismi anılan bir insanın üzerinde konuşulmasından daha doğal ne olabilir?
Türkiye'de laik kesim İttihatçıları, dindarlar Abdülhamid'i hayırla yad eder. Ancak burada dindarlar açısından bir çelişki yok mu? Dindarlar İttihatçı zihniyetinde olan Ergenkonculara "Siz darbecisiniz, seçilmiş hükümeti devirmeye çalışıyorsunuz" diyerek demokrasiyi savunurken, bir mutlakiyetçi padişahın siyasi taraftarı olmak nasıl açıklanır?
Abdülhamid'in yaşadığı dünyada bugün anladığımız manada bir demokrasi yoktu ki. Durum böyleyken Abdülhamid şöyle ya da böyle Meşrutiyete geçti. Karşısındaki grup onu gayri meşru yoldan, yani darbeyle, devirmeye çalışıyordu. Şimdi burada mutlakiyet ve meşrutiyet değil de, meşruiyet ile eşkıyalık karşı karşıyadır. Meseleyi böyle ele almazsak yanılırız.
Röportaj: Büşra Sönmezışık(Yeni Şafak, 31.01.2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder