Tarih boyunca mesleklerin en korkuncu olan cellâdlık, Osmanlı İmparatorluğu’nda resmî bir teşkilâttı. İdamlık her suç başka şekilde infaz edilir, siyasî mahkûmlar boğdurulur, katiller işkenceyle öldürülür, korsanlar çengele geçirilir, yol kesenler ise kazığa oturtulur, bazen omuzlarına ve kaba etlerine mum dikilirdi
Celladlık, tarih boyunca mesleklerin en korkuncu, en ürperticisi oldu. Cellâdlardan herkes ürktü, herkes çekindi ama asırlarca işbaşında kaldılar ve sanatlarını icra ettiler.
Tarihimizdeki cellâdlar hakkında çok az araştırma yapıldı, onlarla ilgili çok az şey yazıldı. Yarım asırdan daha önce bir dergide yayınlanmış olan bu yazı da işte onlardan, cellâdları konu alan tek-tük araştırmalardan biri:
“Osmanlı Devleti’nin resmi cellâd teşkilâtı, bir cellâdbaşının idaresinde, sayıları devir devir değişen cellâdlardan meydana gelirdi. Bunların hepsi Kıpti’ydi ve Bostancıbaşı Ağa’nın emrinde çalışırlardı. İdam emri Bostancıbaşı’ya verilir, o da yerine göre bazen bizzat nezaret ederek hükmü yerine getirirdi. Eğer canı alınacak kişi önemli bir şahıssa Bostancıbaşı idamda mutlaka bulunur, hükmü ‘cellâd yamağı’ denilen ve maharetine en fazla güvendiği iki cellâda uygulatırdı.
Siyasi mahkûmlar, yağlı kemendle boğulurlardı. Bazısının başı, idamdan sonra ‘şifre’ denen çok keskin ve özel bir usturayla gövdesinden ayrılır, ya bir ‘ibret taşı’nın üstüne konur, yahut da sarayın şehre açılan büyük kapısının önüne atılırdı. Sabıkalı hırsızlar, özellikle de gece hırsızları, şehrin kalabalık yerlerinde ama genellikle suçu işledikleri semtte ve özellikle de girdikleri evin, dükkânın veya hanın kapısında asılırlardı. Katiller, işkenceyle öldürülürdü. Askerlerin başları kesilir, cesedleri de ayaklarına taş bağlanarak denize atılırdı. Mahkûmlara, sakladıkları mallarının yerini söyletmek için idamlarından önce işkence yapıldığı da olurdu.
ÖLDÜRMEYE KIYAMADI
İdam edilecek olanlar, haklarında ferman çıkıncaya kadar Bostancıbaşı tarafından tevkif edilirler, buna ‘bostancıbaşı hapsine verilmek’ denirdi. Bu hapisten sağ kurtulanlar çok azdı ve Sadrazam Rauf Paşa, bunlardan biriydi. Paşa’yı idam etmeye karar verip hapse gönderen İkinci Mahmud sonra, ‘O genç ve güzel başa kallâvi kavuk pek güzel yakışıyor, kıyamam’ diyerek kararından vazgeçmiş ve hayatını bağışlamıştı...
İşkenceyle idamın ise, üç korkunç şekli vardı: Çengel, çarmıh, kazık. Çengele, genellikle eşkiya ve korsanlar çarptırılırdı. Kaptanpaşalar donanmalarıyla Akdeniz’den dönerlerken yanlarında bir miktar ‘idamlık’ korsan da getirirler, bunların bir kısmını limana girmeden önce gemilerinin direklerine astırarak şehirde bir terör havası yaratırlar, geri kalanları da Eminönü’nde kurulu olan çengele gönderirlerdi...
ÖNCE KAZIK, SONRA İP
Çarmıh, eşkiyaya ve casuslara uygulanırdı. Bir çarmıha yüzükoyun sımsıkı bağlanan suçlunun omuz başları ve kaba etleri bıçakla oyulur, buralara iri yağmumları dikilerek yakılır ve çarmıh bir devenin üzerinde şehrin bir ucundan öteki ucuna kadar gezdirilirdi. Mahkûmcan vermezse, o gün öğleden sonra asılırdı.
Kazık cezası ise, yol kesenlere ve korsanlara verilirdi. Elleri ve ayakları bağlananmahkûmbilek kalınlığında ve gayet sert ağaçtan yapılmış olan yağlı kazığa çakılarak ama ‘itinayla’ oturtulur, omuzlarına çarmıhta olduğu gibi bir çift yağmumu dikilir ve şehirde dolaştırılırdı.
Osmanlı Tarihi’nde nam salmış cellâdların başında, 17. asırda yaşamış olan Kara Ali ile yamağı Hammal Ali ve Kara Ali’den sonra cellâdbaşı olan Süleyman gelirdi.”
Murat Bardakçı
(Habertürk, 02.09.2010)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder