Osmanlı döneminde devlet başkanı seçimindeki kaosu ortadan kaldırmak için kardeş katli kanunlaştırılmıştı.
İbrahim isimli iki kardeşi vardı. I. Murad, Eskişehir bölgesinde yöneticilik yapan kardeşlerini ortadan kaldırdı. Şehzâdelerin isyan ettiklerine dair rivayetler vardır. İki şehzâdenin öldürülmesi ile birlikte hanedanda ilk kardeş kanı akmıştı.
I. Murad’dan sonra 1389’da tahta çıkan Yıldırım Bâyezid savaş sahrasında kardeşi Yakup Çelebi’yi öldürttü. Kardeşinin isyan etme gibi bir durumu olmamıştı. Yıldırım’ın ölümünden sonra Fetret Devri Osmanlılar için çok acı tecrübelerle dolu geçti. Yıldırım’ın dört oğlu 11 yıl birbirleriyle mücadele ettiler. Osmanlı ülkesi parçalandı. Bu dönem Osmanlılar’da kardeş katlinin meşrulaşmasının zeminini hazırladı.
Fatih Kanunnamesi
II. Mehmed tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu, Fetret Devri’nin sarsıntısını daha atlatamamıştı. Fatih, İstanbul’un fethiyle Osmanlı İmparatorluğu’nu toparladı. Devlet teşkilatının kanunnamesini yazdıran Fatih, kanunnamenin içerisine saltanat verasetiyle ilgili bir madde de koydurttu:
“Ve her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı alem içün katl etmek münasibdir. Ekser ulema dahi tecviz etmiştir. (Onaylamıştır.) Anınla âmil olalar. (Amel edeler.)” Fatih Sultan Mehmed, kardeş katlini ilk uygulayan padişah değildi. Fatih, sadece mevcut durumu meşrulaştırmıştı. Bunu yaparken de özellikle Fetret Devri’nde (1402-1413) oluşan Osmanlı devlet tecrübesine dayanmıştı.
Kardeş katli
Kardeş katlini döneminin şartları içerisinde değerlendirmek gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan kardeş katli bütün Türk tarihinin meselesidir. Bunun temelinde de devlet başkanının seçiminde bir sistemin olmayışı, veliahtlık kurumunun oluşturulmayışı yatar.
Kardeş katlini ortadan kaldırmak için veraset sisteminin oluşturulması gerekliydi. Veraset sistemi, uzun süre oluşturulamadı ancak 17. yüzyılın başlarından itibaren ekberiyyet, yani hanedan mensuplarının en büyüğünün tahta geçmesi sağlanabildi. Ancak şehzâdelerin sarayda “şimşirlik” adı verilen dairede hapis tutulması olumsuz sonuçları da beraberinde getirdi. Hayatı ve devlet idaresini tanımadan sarayda hapis hayatı yaşayarak yetişen padişahların önemli bir kısmı silik şahsiyetler olmuşlardır.
Kardeş katlinin meşrulaştırılıp, şehzâdelerin isyan etmeden öldürülmeleri, Osmanlılar’ı bütün Türk tarihi içerisinde farklı bir konuma taşımıştır. Bu sayede önceki Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlılar’da bölünme yaşanmamıştır. Türk tarihi incelendiğinde devletlerin taht kavgaları sonucunda birçok parçaya ayrıldığı görülür. Birliğini sağlayıp, tek hükümdar otoritesini sağlayan Osmanlılar, bu sayede de Avrupa’ya karşı üstünlük kurmuşlardır.
Fatih Kanunnamesi sahte mi?
Kardeş katli meselesini Fatih’e yakıştıramayanlar da, sultanın adını lekelememek için, bu kanunnamenin Batılılar tarafından yazıldığını ileri sürerler. Kanunnamenin tek nüsha alinde ve Viyana’da bulunmasını da iddialarına delil olarak gösterirler. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda kanunnamenin yeni nüshaları bulunmuştur.
Fatih’ten sonra
Fatih’in kanunnameye koydurduğu maddenin önemi sultanın ölümünden hemen sonra anlaşıldı. II. Mehmed’in ölümünden sonra iki oğlu II. Bâyezid ile Cem Sultan arasında yıllarca sürecek bir mücadele meydana geldi. Yavuz Sultan Selim’in saltanatının ilk yılları taht için kardeş kavgasının zirveye çıktığı bir dönem oldu.
Mihmandar
Yazdığı romanlarla Yunus Emre’den Şah İsmail’e, Yavuz Sultan Selim ve Barbaros Hayreddin Paşa’ya tarihimizin farklı sahifelerini günümüze taşıyan İskender Pala üstadımız “Mihmandar” isimli romanında Eyüp Sultan’ı anlatıyor. Senelerden beri hep, muhteşem bir tarihimiz var ama romanı az yazılıyor, filmi yapılmıyor denilip dururdu. Tarihimizdeki önemli şahsiyetlerin ve hadiselerin İskender Pala üstadımız gibi önemli bir edebiyatçımızın elinden hayat bulmasını bu yüzden çok önemli buluyorum. Edebiyatımızın üvey evladı tarihi roman denirdi. İskender Pala’yla uzun araştırmalardan sonra edebî bir lezzet haline dönüşen romanlarla tarihi roman artık üvey evlat değil.
İstanbul’da şehit olan sahabelerin en meşhuru Eyüp Sultan olarak bildiğimiz Hz. Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari’dir. Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettiğinde misafir olduğu yer Eyüp Sultan’ın evi olmuştu. Eyüp Sultan, Peygamber Efendimiz ile birlikte bütün harplere katıldı. Eyüp Sultan’ın son seferi İslam ordusunun ilk İstanbul kuşatmasıydı. 80 yaşlarında iken, İstanbul kuşatmasına katılmak için orduda yerini aldı. Kuşatma devam ederken hastalandı. Ölüm döşeğinde yatarken arzusu sorulduğunda şöyle demişti:
“Dünyanızdan hiçbir şey istemiyo-rum. Fakat beni düşman diyarı içinde elinizden geldiği kadar ileriye doğru götürüp defnedin. Çünkü Resulullah’tan işittim ki, Konstantiniyye Suru’nun dibine salih bir kimse defnolunacaktır, umarım o kişi ben olurum.”
Mezarı tahriple tehdit ettiler
Eyüp Sultan’ın, vasiyeti üzerine İstanbul surlarına yakın bir yere götürülerek bugünkü türbesinin bulunduğu yere defnedildi. Bizanslılar, surların gerisinden bu manzarayı hayretle seyrettiler. Müslümanlar’ı, onlar çekilip gittikten sonra mezarı tahriple tehdit ettiler. Müslümanlar ise böyle yapıldığı takdirde kontrolleri altında bulunan yerlerde hiçbir kilisenin ve Hıristiyan azizinin mezarının kalamayacağı cevabını verdiler. Eyüp Sultan Türbesi içinde bulunduğu semte öyle bir hava vermiştir ki, Eyüp semti Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra İslam dünyasının en önemli yeri olmuştur. Sıkıntıları olan insanların giderek ruhlarını teskin ettikleri bu türbenin sahibi, İskender Pala’nın satırlarıyla “Çölde gönüllere düşen ateşin hem mihmandarı hem de kahramanıydı.” O kahraman Mekke, Medine ve Şam’dan geçip, İstanbul’un önlerinde durmuştu.
Peygamberimiz, “Konstantiniyye elbet feth olunacaktır; onu fetheden emir ne güzel emir, onun ordusu ne güzel ordudur” diyerek, bize İstanbul’un fethini müjdelemişti. Eyüp Sultan fetih müjdesini nesillerin ve zamanın ruhuna işledi. “Mihmandar”da ise bu gönül kuşatması dile döküldü. Konstantiniyye’yi İstanbul’a dönüştüren müjdenin haritalarını çizen bu romanı tarih şuuru kazanmak isteyen ve edebi keyif almak isteyen herkese tavsiye ediyoruz.
17 Şubat 2014 Pazartesi
Avrupa sahnelerinde Şehzade Mustafa
Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi, Avrupa kamuoyunda büyük ilgi uyandırdı ve tiyatro, opera eserlerine konu oldu.
Mustafa, Kanunî ve Hürrem Sultan, Kanuni vePargalı İbrahim Paşa ile Şehzade Bayezid ve Şehzade Selim mücadelesi tiyatro eserlerine konu olmuştur.
Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi Türk kamuoyunda büyük acılara sebep olurken Avrupa kamuoyunda ise asırlarca sürecek büyük bir merak uyandırmıştı. Rahmetli Metin And’ın “Türkiye’de İtalyan Sahnesi, İtalyan Sahnesi’nde Türkiye” ve “Tiyatro, Bale ve Opera Sahnelerinde Kanuni Süleyman İmgesi” isimli eserlerinde bu konuyla ilgili teferruatlı bilgilere rastlıyoruz.
Şehzade Mustafa Avrupa sahnelerinde
16. yüzyılın önemli oyun yazarlarından İtalyan Torquato Tasso, Kanuni üzerine “II Solimano” adında bir trajikomedya yazmıştır. Oyunda Kanuni’nin oğlu Mustafa ile İran Şahı’nın kızının aşkı konu alınır. Bu aşk yüzünden Veziriazam Rüstem Paşa’nın entrikaları sonucu, aşıklar suçlanır. Aşıklar suçsuzluklarını ispat etmelerine rağmen veziriazamın kötülüklerinin kurbanı olurlar. Yeniçeriler ise Rüstem’den aşıkların intikamını alırlar.
İtalyan Prospero Bonarelli’nin “II Solimano” adlı tragedyasını 1618’de ilk sahnelendiğinde 4 bin kişi seyretmiştir. 17. yüzyılda en çok seyredilen oyunlardan biridir. Oyunun konusu şöyleydi: İran Şahı’nın kızı Despina, Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’ya aşıktır. Rüstem Paşa ve Hürrem Sultan’ın entrikaları sonucu, Kanuni oğlu Mustafa’yı öldürtür.
Fransa’da da gündeme geldi
Belin’in “Mustapha et Zeangir” isimli 1705’te sahnelenen Alman trajedisinde de Şehzade Mustafa hadisesi ve Cihangir’in ölümü anlatılır. İngiliz yazar Roger Boyle’nın 1665’te oynanan “Mustapha, Son of Soliman The Magnificient” isimli oyunu ile yine İngiliz yazar David Mallet’in 1738’de Londra’da sahnelenen “Mustapha” isimli trajedisinde de konu Şehzâde Mustafa’dır.
Şehzade Mustafa meselesi Fransa’da da gündeme gelir. Champfort’un “Mustapha et Zeangir” isimli önce saray tiyatrosunda sahnelenen oyunu 1777’de Paris’te Fransuva Tiyatrosu’nda oynandığında büyük bir seyredilme oranına ulaşır.
Avrupa’da Türkler’le ilgili kitaplar
Yıldırım Bâyezid’in 1394’ten itibaren İstanbul’u kuşatma altına alması üzerine, Batı Avrupalı Hıristiyanlar gözlerini bu tarafa çevirdiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki Fransuva-Şarlken çekişmesinden dolayı yönünü iyice Avrupa’ya dönmesi ve Mohaç Muharebesi ile Macaristan’ı fethi üzerine herkes Türkler’le ilgilenmeye başladı. Bu konuda art arda kitaplar basıldı.
Avrupalılar’ın Kıbrıs’ın Türkler tarafından fethi üzerine ilk defa bir araya gelerek İnebahtı Deniz Savaşı’nda Osmanlı donanmasını yok etmelerinin yankısı ise çok büyük oldu. İnebahtı Savaşı ve daha sonra gelişen hadiseler üzerine 1570-1572 yılları arasında 360 eser basıldı.
Türkler’le ilgili yayın yapıldı
Romanyalı tarihçi Carl Göllner’in araştırmaları neticesinde vardığı sonuç, XVI. yüzyılda Türkler’le ilgili Avrupa’da 2463 kitap, broşür ve el ilânı basıldığıdır. Bu ilgi sadece belirli ülkelere mahsus değildi, Avrupa’nın hemen hemen her şehrinde Türkler’le ilgili yayın yapılıyordu. Frankfurt’tan Paris’e, Londra’dan Lyon’a, Roma’dan Prag’a, Venedik’ten Viyana’ya her yerde bu tür kitaplar basılmıştı. Osmanlılar’la ilgili en çok yayın Ausburg’da yapılmıştı. Bu şehirdeki 29 matbaada basılan kitap ve broşür sayısı 134’tü.
Almanca, Latince, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca başta olmak üzere hemen hemen her Avrupa dilinde Osmanlılar üzerine basılmış eserlere rastlanmaktadır. 2463 yayının 1000 kadarı Almanca, 455’i ise Latince’dir.
Şehzade Mustafa nasıl öldürüldü?
Genç tarihçi Aykut Can tarafından derlenen “Şehzâde Mustafa ve Şehzâde Bâyezid Nasıl Öldürüldüler” isimli kitapta, “Osmanlı İmparatorluğu’nda şehzâdelik, kardeş katli, Şehzâde Mustafa’nın hayatı, Şehzâde Mustafa’nın nasıl öldürüldüğü, Düzmece Mustafa isyanları, Şehzâde Bâyezid’ın isyanı ve öldürülmesi, İtalyan gözüyle Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesi, Alman gözüyle Şehzâde Mustafa’nın katli, Rüstem Paşa ve Şehzâde Mustafa ile ilgili mersiyeler” bir araya getirilmiş. Şehzâde Mustafa ve öldürülmesi hakkında derli toplu bilgi sahibi olmak isteyenler ile kardeş katli meselesini anlamaya çalışanlar bu kitabı okuyabilirler.
Opera eserlerinde Şehzade Mustafa
Valentini’nin 1756’da Torino’da oynanan operasında Kanuni’nin Hürrem ile evlenmesi, Hürrem Sultan’ın Rüstem Paşa ile işbirliği yaparak oğlu Cihangir’i tahta çıkarmak için Şehzade Mustafa’ya karşı faaliyetleri anlatılır. Oyunda Şehzâde Mustafa ise İran Şahı Tahmasb’ın kızı Sofî’ye aşık gösterilir. Bu durumu kullanan Rüstem Paşa, Şehzade’yi İran’la işbirliği yapmış gibi gösterir.
Savunmasızca öldürdü
İran Şahı’na gönderildiği iddia edilen mektupta Şehzade şahın kızıyla evlenmek istemekte ve bunun karşılığında ise iki devlet arasında uzun süreli barış tesis edilecektir. Kanuni bu mektubu oğlunun yazdığına inanır ve Mustafa’yı Amasya’dan yanına çağırtıp, kendini savunmasına izin vermeden öldürtür. Şehzade Cihangir, Hürrem Sultan’ın çocuğu olmasına rağmen hadiseden etkilenerek intihar eder. Kanuni büyük pişmanlık duyar. Mustafa’nın yerine ona benzeyen bir kölenin öldürüldüğü söylentileri çıkar. Ancak doğru olmadığı anlaşılır.
Kanuni’nin çocukları
Kanuni Sultan Süleyman’ın 10 veya 12 çocuğu olduğunu tahmin ediyoruz. İsimleri bilinenler şunlardı: Şehzâde Mustafa, Şehzâde Selim, Şehzâde Bâyezid, Şehzâde Cihangir, Şehzâde Mahmud, Şehzâde Murad, Şehzâde Mehmed, Şehzâde Abdullah, Mihrimah Sultan ve Raziye Sultan.
İki çocuğu kaldı
Şehzâde Mahmud ve Murad ile ismi bilinmeyen bir kız çocuğu Kanuni’nin saltanatının ilk yıllarında öldü. Hürrem Sultan’ın oğullarından Abdullah birkaç yaşındayken, Mehmed ise 20’li yaşlarda vefat etti. Şehzâde Mustafa ve Şehzâde Bâyezid öldürüldüler. Şehzâde Cihangir ve Raziye Sultan da babalarının sağlığında hayatlarını kaybettiler. 1566’da Kanuni vefat ettiğinde hayatta sadece II. Selim ve Mihrimah Sultan kalmıştı.
Mustafa, Kanunî ve Hürrem Sultan, Kanuni vePargalı İbrahim Paşa ile Şehzade Bayezid ve Şehzade Selim mücadelesi tiyatro eserlerine konu olmuştur.
Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi Türk kamuoyunda büyük acılara sebep olurken Avrupa kamuoyunda ise asırlarca sürecek büyük bir merak uyandırmıştı. Rahmetli Metin And’ın “Türkiye’de İtalyan Sahnesi, İtalyan Sahnesi’nde Türkiye” ve “Tiyatro, Bale ve Opera Sahnelerinde Kanuni Süleyman İmgesi” isimli eserlerinde bu konuyla ilgili teferruatlı bilgilere rastlıyoruz.
Şehzade Mustafa Avrupa sahnelerinde
16. yüzyılın önemli oyun yazarlarından İtalyan Torquato Tasso, Kanuni üzerine “II Solimano” adında bir trajikomedya yazmıştır. Oyunda Kanuni’nin oğlu Mustafa ile İran Şahı’nın kızının aşkı konu alınır. Bu aşk yüzünden Veziriazam Rüstem Paşa’nın entrikaları sonucu, aşıklar suçlanır. Aşıklar suçsuzluklarını ispat etmelerine rağmen veziriazamın kötülüklerinin kurbanı olurlar. Yeniçeriler ise Rüstem’den aşıkların intikamını alırlar.
İtalyan Prospero Bonarelli’nin “II Solimano” adlı tragedyasını 1618’de ilk sahnelendiğinde 4 bin kişi seyretmiştir. 17. yüzyılda en çok seyredilen oyunlardan biridir. Oyunun konusu şöyleydi: İran Şahı’nın kızı Despina, Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’ya aşıktır. Rüstem Paşa ve Hürrem Sultan’ın entrikaları sonucu, Kanuni oğlu Mustafa’yı öldürtür.
Fransa’da da gündeme geldi
Belin’in “Mustapha et Zeangir” isimli 1705’te sahnelenen Alman trajedisinde de Şehzade Mustafa hadisesi ve Cihangir’in ölümü anlatılır. İngiliz yazar Roger Boyle’nın 1665’te oynanan “Mustapha, Son of Soliman The Magnificient” isimli oyunu ile yine İngiliz yazar David Mallet’in 1738’de Londra’da sahnelenen “Mustapha” isimli trajedisinde de konu Şehzâde Mustafa’dır.
Şehzade Mustafa meselesi Fransa’da da gündeme gelir. Champfort’un “Mustapha et Zeangir” isimli önce saray tiyatrosunda sahnelenen oyunu 1777’de Paris’te Fransuva Tiyatrosu’nda oynandığında büyük bir seyredilme oranına ulaşır.
Avrupa’da Türkler’le ilgili kitaplar
Yıldırım Bâyezid’in 1394’ten itibaren İstanbul’u kuşatma altına alması üzerine, Batı Avrupalı Hıristiyanlar gözlerini bu tarafa çevirdiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki Fransuva-Şarlken çekişmesinden dolayı yönünü iyice Avrupa’ya dönmesi ve Mohaç Muharebesi ile Macaristan’ı fethi üzerine herkes Türkler’le ilgilenmeye başladı. Bu konuda art arda kitaplar basıldı.
Avrupalılar’ın Kıbrıs’ın Türkler tarafından fethi üzerine ilk defa bir araya gelerek İnebahtı Deniz Savaşı’nda Osmanlı donanmasını yok etmelerinin yankısı ise çok büyük oldu. İnebahtı Savaşı ve daha sonra gelişen hadiseler üzerine 1570-1572 yılları arasında 360 eser basıldı.
Türkler’le ilgili yayın yapıldı
Romanyalı tarihçi Carl Göllner’in araştırmaları neticesinde vardığı sonuç, XVI. yüzyılda Türkler’le ilgili Avrupa’da 2463 kitap, broşür ve el ilânı basıldığıdır. Bu ilgi sadece belirli ülkelere mahsus değildi, Avrupa’nın hemen hemen her şehrinde Türkler’le ilgili yayın yapılıyordu. Frankfurt’tan Paris’e, Londra’dan Lyon’a, Roma’dan Prag’a, Venedik’ten Viyana’ya her yerde bu tür kitaplar basılmıştı. Osmanlılar’la ilgili en çok yayın Ausburg’da yapılmıştı. Bu şehirdeki 29 matbaada basılan kitap ve broşür sayısı 134’tü.
Almanca, Latince, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca başta olmak üzere hemen hemen her Avrupa dilinde Osmanlılar üzerine basılmış eserlere rastlanmaktadır. 2463 yayının 1000 kadarı Almanca, 455’i ise Latince’dir.
Şehzade Mustafa nasıl öldürüldü?
Genç tarihçi Aykut Can tarafından derlenen “Şehzâde Mustafa ve Şehzâde Bâyezid Nasıl Öldürüldüler” isimli kitapta, “Osmanlı İmparatorluğu’nda şehzâdelik, kardeş katli, Şehzâde Mustafa’nın hayatı, Şehzâde Mustafa’nın nasıl öldürüldüğü, Düzmece Mustafa isyanları, Şehzâde Bâyezid’ın isyanı ve öldürülmesi, İtalyan gözüyle Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesi, Alman gözüyle Şehzâde Mustafa’nın katli, Rüstem Paşa ve Şehzâde Mustafa ile ilgili mersiyeler” bir araya getirilmiş. Şehzâde Mustafa ve öldürülmesi hakkında derli toplu bilgi sahibi olmak isteyenler ile kardeş katli meselesini anlamaya çalışanlar bu kitabı okuyabilirler.
Opera eserlerinde Şehzade Mustafa
Valentini’nin 1756’da Torino’da oynanan operasında Kanuni’nin Hürrem ile evlenmesi, Hürrem Sultan’ın Rüstem Paşa ile işbirliği yaparak oğlu Cihangir’i tahta çıkarmak için Şehzade Mustafa’ya karşı faaliyetleri anlatılır. Oyunda Şehzâde Mustafa ise İran Şahı Tahmasb’ın kızı Sofî’ye aşık gösterilir. Bu durumu kullanan Rüstem Paşa, Şehzade’yi İran’la işbirliği yapmış gibi gösterir.
Savunmasızca öldürdü
İran Şahı’na gönderildiği iddia edilen mektupta Şehzade şahın kızıyla evlenmek istemekte ve bunun karşılığında ise iki devlet arasında uzun süreli barış tesis edilecektir. Kanuni bu mektubu oğlunun yazdığına inanır ve Mustafa’yı Amasya’dan yanına çağırtıp, kendini savunmasına izin vermeden öldürtür. Şehzade Cihangir, Hürrem Sultan’ın çocuğu olmasına rağmen hadiseden etkilenerek intihar eder. Kanuni büyük pişmanlık duyar. Mustafa’nın yerine ona benzeyen bir kölenin öldürüldüğü söylentileri çıkar. Ancak doğru olmadığı anlaşılır.
Kanuni’nin çocukları
Kanuni Sultan Süleyman’ın 10 veya 12 çocuğu olduğunu tahmin ediyoruz. İsimleri bilinenler şunlardı: Şehzâde Mustafa, Şehzâde Selim, Şehzâde Bâyezid, Şehzâde Cihangir, Şehzâde Mahmud, Şehzâde Murad, Şehzâde Mehmed, Şehzâde Abdullah, Mihrimah Sultan ve Raziye Sultan.
İki çocuğu kaldı
Şehzâde Mahmud ve Murad ile ismi bilinmeyen bir kız çocuğu Kanuni’nin saltanatının ilk yıllarında öldü. Hürrem Sultan’ın oğullarından Abdullah birkaç yaşındayken, Mehmed ise 20’li yaşlarda vefat etti. Şehzâde Mustafa ve Şehzâde Bâyezid öldürüldüler. Şehzâde Cihangir ve Raziye Sultan da babalarının sağlığında hayatlarını kaybettiler. 1566’da Kanuni vefat ettiğinde hayatta sadece II. Selim ve Mihrimah Sultan kalmıştı.
TDV İslâm Ansiklopedisi tamamlandı
Türkiye ilk önemli ansiklopedinin Fransa’da yayınlanmasından yaklaşık 250 sene sonra TDV İslâm Ansiklopedisi’nin neşrini tamamlayarak kendi ansiklopedisine kavuştu
892’de Londra’daki Şarkiyatçılar Kongresi’ndeWilliam Robertson Smith tarafından bir İslâm Ansiklopedisi hazırlanması gündeme getirildi. Kongreden sonra kurulan komisyonlar 1902’ye kadar çalışmıştır. Ansiklopedinin neşri ise, 1683’ten itibaren Arabiyat alanında eser yayınlayan E. J. Brill (Leiden) yayınevine verildi. 1908’de yayınlanmaya başlayan ansiklopedi 1936’da 4 büyük cilt ve 6176 madde başlığıyla tamamlandı.
İslam ülkeleri hakkında bilgiler
Ansiklopedinin yayınlanma amacı Hollanda, İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci devletlere hâkimiyetleri altındaki İslâm ülkeleri hakkında bilgi üretmekti. Bu yüzden ansiklopedideMüslümanlar açısından önemli birçok madde kaleme alınmamış, Avrupalılar için önem taşıyan konular ön plana çıkarılmıştı. En önemli nokta ise İslâmiyet’le ilgili maddelerin Hıristiyan gözüyle kaleme alınmasıydı.
Bütün eksikliklerine rağmen ilk olması sebebiyle ansiklopedi büyük yankı uyandırdı. Türkçe, Arapça, Farsça ve Urduca’ya çevrildi. Ansiklopediler belli bir süre sonra eskirler ve yenilenmeleri gerekir. Bu yüzden The Encyclopaedia of Islam, 1954’ten itibaren daha da genişletilip, Türk bilim adamlarından da destek alarak yeniden neşredilmiştir. Bu sefer ansiklopedi İngilizce ve Fransızca olarak çıkmıştır. Günümüzde bu ansiklopedinin üçüncü neşri yapılıyor.
İslâm Ansiklopedisi
Encyclopaedia of Is, 1940’tan itibaren Türkçe’ye çevrilip, bazı maddeler tadil ve ikmal edilerek “İslâm Ansiklopedisi” adıyla yayınlanmaya başlandı. Ansiklopedi, İstanbul Üniversitesi’ndeki bilim adamlarının teşkil ettiği heyet tarafından Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. “İslâm Ansiklopedisi” 1987’de 15 cilt olarak tamamlandı. Ansiklopedi, “Leyden tab’ı esas tutelif, tâdil, ikmal ve tercüme su” yayınlanmıştı. Özellikle Türkler’le ilgili maddeler yeniden yazılmıştır. Ansiklopedideki toplam madde sayısının yaklaşık üçte ikisi tercüme, üçte biri teliftir.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
Türkiye Diyanet Vakfı, 1983’ten itibaren yeni bir İslâm Ansiklopedisi için hazırlığa başlamış ve bu amaçla bir araştırma merkezi ve kütüphane kurulmuştur. 1988’de ilk fasikülü çıkan yeni İslâm Ansiklopedisi önceki ansiklopedilerden farklı olarak resimliydi. Ayrıca Türkiye’nin sosyal bilimlerde ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından maddelerin yüzde 90’ından fazlası yerli bilim adamları tarafından kaleme alınmaktaydı. TDV İslâm Ansiklopedisi, yayına başlamasından 25 yıl sonra geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin en önemli hukuk tarihçilerinden Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın’ın başkanlığı sırasında 44’üncü cildini çıkarıp neşrini tamamlandı.
Millet olarak kendimizi aşırı tenkit ederiz, fazla beğenmeyiz ve bu durum da iş yapmamızı engeller. Bu ansiklopedi Türk milletinin iyi bir organizasyon yapıldığında neler yapabileceğinin önemli bir göstergesidir. Türkiye’de sosyal bilimler alanında bu ansiklopediyle önemli bir seviyeye ulaşılmıştır. TDV İslâm Ansiklopedisi, İslam dini, tarihi, kültürü ve medeniyeti, edebiyat, güzel sanatlar ve felsefe alanlarında binlerce maddeden oluşuyor. İslâm kültür mirası bu ansiklopediyle yazılı hale gelmiştir.
Gerçek bir kütüphane
Türk bilim adamları yurtdışına çıktıkları zaman birkaç şeye gıpta ile bakarlar. Bunların birincisi kütüphanelerdir. İkinci araştırma merkezleri, üçüncüsü ise farklı milletlerin kendilerinin hazırladıkları ansiklopedileridir.
1984’te üniversite eğitimime başlamamdan itibaren bu üç konu benim de en önem verdiğim ve ülkemde gerçekleşmesini istediğim şeylerin başında geliyordu. Araştırmacıya gerçek manada hizmet eden kütüphanelerimiz olmaması ve derleme kanununa rağmen birçok kitabın kütüphanelerimize ulaşmaması sebebiyle gençlik yıllarım kitap ve dergi toplamayla geçti. Bu eserlere para yetiştirmenin yanı sıra koyacak yer bulma da en büyük meselemdi. Ancak şimdiki genç araştırmacılar bu sıkıntıları yaşamıyorlar.
Günümüzde Türkiye Diyanet Vakfı tarafından kurulan İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) Kütüphanesi gibi dünyanın en önemli araştırma kütüphanelerinden birisi Üsküdar Bağlarbaşı’nda hizmet veriyor. Kütüphane müdürü Birol Ülker ve kütüphane çalışanları işlerini severek yaptıkları için araştırmacılara zorluk çıkarmak yerine her türlü kolaylığı sağlıyorlar.
Haftanın 7 günü gece 23’e kadar hizmet
Lisansüstü eğitimim sırasında yurtdışında geceleri ve hafta sonları açık olan ve açık raf sistemiyle çalışan kütüphaneleri duyup, bizde niye böyle kütüphaneler olmaz diye düşünür, meslektaşlarımız arasında dertleşirdik. İSAM Kütüphanesi gece 23.00’e kadar açık bir kütüphane. Haftanın yedi günü hizmet veriyor. Artık araştırmacıların eskiden olduğu gibi pazartesi gelse de kütüphaneye gitsem veya saat 16.30 oldu kütüphaneyi kapatacaklar diye dertleri yok.
Ansiklopedi
18. yüzyıl Avrupa tarihinde “Aydınlanma Yüzyılı” diye isimlendirilir. Aydınlanmanın vatanı olarak da Fransa bilinir. Fransa’nın aydınlanma sürecinin bayraktarlığını yapmasının en önemli sebeplerinden biri, kısaca “Encyclopedie” olarak bilinen “Encyclopedie ou dictionnaire raisonne des sciences, des arts et des metiers (Ansiklopedi ya da Bilimlerin, Sanatların ve Mesleklerin Sınıflandırılmış Sözlüğü) yayınlanmasıdır.
Encyclopedie, “her türlü ve her çağda, insan aklının çabalarının genel bir görünümünü” vermek iddiasıyla 1751’de yayımlanmaya başlanmıştır. Editörlüğünü Denis Diderot ve Jean le Rond Alembert’in yaptığı ansiklopedi 1772’de tamamlanmıştır. Toplam 33 cilt olan Encyclopedie, Montesquie, Voltaire, Rousseau, d’Alembert, Buffon, Quesnay ve Helvetius gibi devrin önde gelen 150’den fazla yazar ve düşünürünün yazılarını ihtiva eder.
Yüzde 93’ü yerli
TDV İslâm Ansiklopedisi, 44 cilt. Bu 44 ciltte 15.226 madde başlığı yer alıyor. Alt başlıklarla birlikte madde sayısı 16.855. 15.752 madde Türkiye’den müellifler tarafından kaleme alınmış. Yurtdışı yazarların kaleme aldığı madde sayısı ise 1103. Ansiklopedi maddelerinin yaklaşık yüzde 93’ü Türk ilim adamlarına ait. Toplam müellif sayısı ise 1.928.
Araştırmacı kütüphanesi
İSAM Kütüphanesi, lisansüstüne hizmet veren bir kütüphane. Yüksek lisans ve üstü eğitim yapan araştırmacılara açık. Kütüphanede yaklaşık 300 bin eser var. Bu eserlerin bir kısmı Orhan Şaik Gökyay, Nejat Göyünç ve Albert Hourani gibi birçok önemli araştırmacının kütüphanesinden İSAM’a intikal etmiş.
892’de Londra’daki Şarkiyatçılar Kongresi’ndeWilliam Robertson Smith tarafından bir İslâm Ansiklopedisi hazırlanması gündeme getirildi. Kongreden sonra kurulan komisyonlar 1902’ye kadar çalışmıştır. Ansiklopedinin neşri ise, 1683’ten itibaren Arabiyat alanında eser yayınlayan E. J. Brill (Leiden) yayınevine verildi. 1908’de yayınlanmaya başlayan ansiklopedi 1936’da 4 büyük cilt ve 6176 madde başlığıyla tamamlandı.
İslam ülkeleri hakkında bilgiler
Ansiklopedinin yayınlanma amacı Hollanda, İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci devletlere hâkimiyetleri altındaki İslâm ülkeleri hakkında bilgi üretmekti. Bu yüzden ansiklopedideMüslümanlar açısından önemli birçok madde kaleme alınmamış, Avrupalılar için önem taşıyan konular ön plana çıkarılmıştı. En önemli nokta ise İslâmiyet’le ilgili maddelerin Hıristiyan gözüyle kaleme alınmasıydı.
Bütün eksikliklerine rağmen ilk olması sebebiyle ansiklopedi büyük yankı uyandırdı. Türkçe, Arapça, Farsça ve Urduca’ya çevrildi. Ansiklopediler belli bir süre sonra eskirler ve yenilenmeleri gerekir. Bu yüzden The Encyclopaedia of Islam, 1954’ten itibaren daha da genişletilip, Türk bilim adamlarından da destek alarak yeniden neşredilmiştir. Bu sefer ansiklopedi İngilizce ve Fransızca olarak çıkmıştır. Günümüzde bu ansiklopedinin üçüncü neşri yapılıyor.
İslâm Ansiklopedisi
Encyclopaedia of Is, 1940’tan itibaren Türkçe’ye çevrilip, bazı maddeler tadil ve ikmal edilerek “İslâm Ansiklopedisi” adıyla yayınlanmaya başlandı. Ansiklopedi, İstanbul Üniversitesi’ndeki bilim adamlarının teşkil ettiği heyet tarafından Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. “İslâm Ansiklopedisi” 1987’de 15 cilt olarak tamamlandı. Ansiklopedi, “Leyden tab’ı esas tutelif, tâdil, ikmal ve tercüme su” yayınlanmıştı. Özellikle Türkler’le ilgili maddeler yeniden yazılmıştır. Ansiklopedideki toplam madde sayısının yaklaşık üçte ikisi tercüme, üçte biri teliftir.
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
Türkiye Diyanet Vakfı, 1983’ten itibaren yeni bir İslâm Ansiklopedisi için hazırlığa başlamış ve bu amaçla bir araştırma merkezi ve kütüphane kurulmuştur. 1988’de ilk fasikülü çıkan yeni İslâm Ansiklopedisi önceki ansiklopedilerden farklı olarak resimliydi. Ayrıca Türkiye’nin sosyal bilimlerde ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından maddelerin yüzde 90’ından fazlası yerli bilim adamları tarafından kaleme alınmaktaydı. TDV İslâm Ansiklopedisi, yayına başlamasından 25 yıl sonra geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin en önemli hukuk tarihçilerinden Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın’ın başkanlığı sırasında 44’üncü cildini çıkarıp neşrini tamamlandı.
Millet olarak kendimizi aşırı tenkit ederiz, fazla beğenmeyiz ve bu durum da iş yapmamızı engeller. Bu ansiklopedi Türk milletinin iyi bir organizasyon yapıldığında neler yapabileceğinin önemli bir göstergesidir. Türkiye’de sosyal bilimler alanında bu ansiklopediyle önemli bir seviyeye ulaşılmıştır. TDV İslâm Ansiklopedisi, İslam dini, tarihi, kültürü ve medeniyeti, edebiyat, güzel sanatlar ve felsefe alanlarında binlerce maddeden oluşuyor. İslâm kültür mirası bu ansiklopediyle yazılı hale gelmiştir.
Gerçek bir kütüphane
Türk bilim adamları yurtdışına çıktıkları zaman birkaç şeye gıpta ile bakarlar. Bunların birincisi kütüphanelerdir. İkinci araştırma merkezleri, üçüncüsü ise farklı milletlerin kendilerinin hazırladıkları ansiklopedileridir.
1984’te üniversite eğitimime başlamamdan itibaren bu üç konu benim de en önem verdiğim ve ülkemde gerçekleşmesini istediğim şeylerin başında geliyordu. Araştırmacıya gerçek manada hizmet eden kütüphanelerimiz olmaması ve derleme kanununa rağmen birçok kitabın kütüphanelerimize ulaşmaması sebebiyle gençlik yıllarım kitap ve dergi toplamayla geçti. Bu eserlere para yetiştirmenin yanı sıra koyacak yer bulma da en büyük meselemdi. Ancak şimdiki genç araştırmacılar bu sıkıntıları yaşamıyorlar.
Günümüzde Türkiye Diyanet Vakfı tarafından kurulan İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) Kütüphanesi gibi dünyanın en önemli araştırma kütüphanelerinden birisi Üsküdar Bağlarbaşı’nda hizmet veriyor. Kütüphane müdürü Birol Ülker ve kütüphane çalışanları işlerini severek yaptıkları için araştırmacılara zorluk çıkarmak yerine her türlü kolaylığı sağlıyorlar.
Haftanın 7 günü gece 23’e kadar hizmet
Lisansüstü eğitimim sırasında yurtdışında geceleri ve hafta sonları açık olan ve açık raf sistemiyle çalışan kütüphaneleri duyup, bizde niye böyle kütüphaneler olmaz diye düşünür, meslektaşlarımız arasında dertleşirdik. İSAM Kütüphanesi gece 23.00’e kadar açık bir kütüphane. Haftanın yedi günü hizmet veriyor. Artık araştırmacıların eskiden olduğu gibi pazartesi gelse de kütüphaneye gitsem veya saat 16.30 oldu kütüphaneyi kapatacaklar diye dertleri yok.
Ansiklopedi
18. yüzyıl Avrupa tarihinde “Aydınlanma Yüzyılı” diye isimlendirilir. Aydınlanmanın vatanı olarak da Fransa bilinir. Fransa’nın aydınlanma sürecinin bayraktarlığını yapmasının en önemli sebeplerinden biri, kısaca “Encyclopedie” olarak bilinen “Encyclopedie ou dictionnaire raisonne des sciences, des arts et des metiers (Ansiklopedi ya da Bilimlerin, Sanatların ve Mesleklerin Sınıflandırılmış Sözlüğü) yayınlanmasıdır.
Encyclopedie, “her türlü ve her çağda, insan aklının çabalarının genel bir görünümünü” vermek iddiasıyla 1751’de yayımlanmaya başlanmıştır. Editörlüğünü Denis Diderot ve Jean le Rond Alembert’in yaptığı ansiklopedi 1772’de tamamlanmıştır. Toplam 33 cilt olan Encyclopedie, Montesquie, Voltaire, Rousseau, d’Alembert, Buffon, Quesnay ve Helvetius gibi devrin önde gelen 150’den fazla yazar ve düşünürünün yazılarını ihtiva eder.
Yüzde 93’ü yerli
TDV İslâm Ansiklopedisi, 44 cilt. Bu 44 ciltte 15.226 madde başlığı yer alıyor. Alt başlıklarla birlikte madde sayısı 16.855. 15.752 madde Türkiye’den müellifler tarafından kaleme alınmış. Yurtdışı yazarların kaleme aldığı madde sayısı ise 1103. Ansiklopedi maddelerinin yaklaşık yüzde 93’ü Türk ilim adamlarına ait. Toplam müellif sayısı ise 1.928.
Araştırmacı kütüphanesi
İSAM Kütüphanesi, lisansüstüne hizmet veren bir kütüphane. Yüksek lisans ve üstü eğitim yapan araştırmacılara açık. Kütüphanede yaklaşık 300 bin eser var. Bu eserlerin bir kısmı Orhan Şaik Gökyay, Nejat Göyünç ve Albert Hourani gibi birçok önemli araştırmacının kütüphanesinden İSAM’a intikal etmiş.
Osmanlı devleti Kırım'ı kaybedeli 240 yıl oldu
1475’te Osmanlı hâkimiyetine giren Kırım 300 yıl sonra 1774’te kaybedilmişti. Osmanlı yönetimi Kırımgibi bir Müslüman toprağının kaybedilmesini hiçbir zaman kabul etmedi. Kırım’ı geri almak için Ruslar’la defalarca savaşa girdi. Ama hepsini kaybetti. Aradan asırlar geçmesine rağmen Ukrayna’daki karışıklık dolayısıyla Kırım tekrar gündemde.
Kırım’ın kaybı
1768’de Rusya’yla Osmanlı Devleti uzun sürecek bir savaşa girdi. Osmanlı yönetimi, 1736-1739 savaşında Kırım’ın Rus işgaline uğraması sebebiyle Kırım’ı, Tatarlar’ın tek başlarına savunamayacağını gördüğünden burada bir seraskerlik oluşturmuştu. Ruslar’ın Kırım’a gireceği Or Kapı adlı geçit, buranın müdafaası açısından son derece önemliydi. Bu savaşta Kırım seraskeri olarak görevlendirilenSilahdar İbrahim Paşa’nın, Or Kapı’nın müdafaası için harekete geçmesi, Tatarlar tarafından geciktirildi, Osmanlı ordusu yoldayken de Or Kapı’daki kalede bulunan Tatarlar bu önemli geçit noktasını Ruslar’a teslim ettiler. Buradan rahatlıkla geçen Rus kuvvetleri Kırım’ı kısa zamanda işgal edip, Osmanlı ordusu komutanı İbrahim Paşa’yı da esir alarak, Petersburg’a götürdüler.
Ruslar, Kırımlılar ile çeşitli müzakereler yapmışlar, yayınladıkları bildirilerle de onlara, Kırım’a doğru ilerleyen Rus kuvvetlerine karşı gelmedikleri takdirde bağımsızlıklarını vereceklerini vadetmişlerdi.
Küçük Kaynarca Antlaşması
1768-1774 savaşı esnasında zaman zaman barış görüşmelerine teşebbüs edildiyse de bir netice alınamamıştı. 1774’te ölen Üçüncü Mustafa’nın yerine tahta çıkan Birinci Abdülhamid, bir şeyler yapmak istediyse de cephelerde mağlubiyetler devam etti. Büyük askeri başarılarına rağmen Ruslar da kendi iç meselelerinden dolayı barış istiyorlardı. İki devlet arasında 21 Temmuz 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’nın en ağır maddesi Kırım’ın bağımsız bir statüye sokulmasıydı. Osmanlı padişahının halife olarak Tatarlar’ın dini lideri olmasının dışında Kırım’la bir bağı kalmamıştı. Bu durum gelecekteki bir Rus işgalinin de habercisiydi.
Aynalıkavak Tenkihnâmesi
1777’de Şahin Giray’ın Çariçe İkinci Katerina’nın desteğiyle han olmasından itibaren Kırım, Rusya’yla iyice yakınlaştı. Kendisine karşı çıkan isyanla baş edemeyen Şahin Giray, hanlığı Ocak 1778’de Selim Giray’a devretti. Aslında bu Osmanlı Devleti’nin de desteklediği ve başarıya ulaşan bir darbeydi ama Ruslar’ın desteklediği Şahin Giray hanlık davasından vazgeçmedi. Şahin Giray, kısa bir süre sonra Rus askerinin desteğiyle, ikinci defa han oldu.
Yeni bir Osmanlı-Rus savaşı çıkmak üzereyken Fransızlar’ın araya girmesiyle 21 Mart 1779’da Aynalı-kavak Tenkihnâmesi imzalandı. Bu antlaşmayla Kırım bağımsız bir devlet olacaktı. Ruslar da Kırım’daki askerlerini çekeceklerdi. Osmanlı yönetimi de Şahin Giray’ın hanlığını tanıyacaktı.
Kırım’ın işgali
Şahin Giray’ın ikinci hanlığı,çoğu kanlı bir şekilde bastırılan isyanlara rağmen beş sene sürdü. 1782’de Halim Giray liderliğinde başlatılan isyan ise beklenenden daha fazla destek buldu ve Şahin Giray, ancak Ruslar’a sığınarak canını kurtarabildi. Fakat General Potemkin komutasındaki Rus ordusunun desteğiyle 1782 yazında üçüncü defa Kırım hanlığına getirildi. Ancak üçüncü hanlığı döneminde Şahin Giray, Rus General Potemkin’in kuklasıydı. Potemkin, bir yolunu bulup Kırım’ı doğrudan Rusya topraklarına katmak istiyordu. Bunun için yarımadada askerî yığınaklar yapıyordu, ancak uluslararası dengeler uygun olmadığından bu isteğini yerine getiremiyordu. Nihayet 1783 Nisan’ında yayınlanan bir beyannâme, Potemkin’in hayallerinin gerekçe olmasının kapısını araladı. Çariçe Katerina adına yayınlanan beyannâmede Kırım’ın fiilen işgal edilmesinin gerekçeleri sıralanıyordu. Potemkin büyük bir memnuniyetle tekrar Rus ordusunun başına geçti ve kısa bir sürede Kırım’ı fiilen işgal etti. Bu işgalle birlikte kukla han Şahin Giray hanlığından, Kırım ise bir daha elde edemeyeceği bağımsızlığından oldu.
Yeni bir savaş göze alınmadı
Osmanlı yönetimi Kırım’daki bu durumu kabullenmek istememiş, ancak yeni bir savaşı da göze alamamıştı. Osmanlı Devleti, 1784’te imzalanan ve Kırım senedi denilen üç maddelik antlaşmayla yarımadadaki Rus hâkimiyetini tanıdı fakat Kırım’ın tekrar geri alınması hep bir ideal olarak yaşatıldı.
Kırım’ı kurtarın
Birinci Abdülhamid döneminde Kırım’ı geri almak için hep fırsat kollandı. Halk Kırım’ın kurtarılmasını istiyordu. Avusturya ile Rusya ise Osmanlı topraklarını paylaşmak için ittifak yapmışlardı. Sonunda 1787-1792 yılları arasında Osmanlılar ile Avusturya ve Rusya arasında beş yıl sürecek bir savaş çıktı. Avusturya cephesinde düşman durduruldu. Ancak Rus orduları Osmanlı birliklerini arka arkaya mağlup etti.
Üçüncü Selim
Savaş devam ederken 1789’da tahta Üçüncü Selim çıktı. Genç padişah, tahta çıktığı ilk günlerden itibaren savaşı sürdürmedeki kararlılığını gösterdi. İstanbul’da taht değişikliğinin kargaşası yaşanırken Rus ve Avusturya orduları cephedeki konumlarını güçlendirdiler. 1790’da Avusturya hükümdarı İkinci Josef’in ölümü ve yerine İkinci Leopold’ün geçmesi savaşın gidişatını tamamen değiştirdi. Yeni imparator, Osmanlı devleti ile 1791’de Ziştovi Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekildi. Avusturya’nın savaştan çekilmesine rağmen Rus birlikleri önemli başarılar kazanmaya devam etti. Ordu ve halk savaşa devam edilmemesi taraftarı olunca, Üçüncü Selim sulh görüşmelerine başladı. 10 Ocak 1792’de Yaş’ta akdedilen Osmanlı-Rus barış anlaşmasına göre, Ruslar işgal ettikleri bazı toprakları bırakmışlar ancak Osmanlı yönetimi de Ruslar’ın Kırım ve Gürcistan’daki hâkimiyetlerini tanımak zorunda kalmıştı.
Kırım’ın fethi
Kırım Hanlığı’nda, kurucusu Hacı Giray’ın 1466’daki ölümünden sonra oğulları arasında taht mücadeleleri başlamıştı. Şirin Beyi Eminek, Cenevizliler’e karşı Osmanlılar’dan yardım istedi. Bu fırsatı değerlendiren Fatih, 1475’te Gedik Ahmed Paşa komutasındaki bir donanmayı Kırım’a gönderdi. Cenevizliler’in elindeki Kefe ve Kırım’ın sahil kesimi ele geçirildi.
Kırım Tatarları
Kırım Tatarları, Osmanlı Devleti’nin en önemli güçlerindendi. Özellikle Akıncılar’ın ortadan kalkmasından sonra bu boşluğu Kırım Hanlığı’nın kuvvetleri doldurdular. Kuzey seferlerinde ve 1683’ten sonraki Viyana bozgun yıllarında önemli roller oynadılar.
Kırım’ın kaybı
1768’de Rusya’yla Osmanlı Devleti uzun sürecek bir savaşa girdi. Osmanlı yönetimi, 1736-1739 savaşında Kırım’ın Rus işgaline uğraması sebebiyle Kırım’ı, Tatarlar’ın tek başlarına savunamayacağını gördüğünden burada bir seraskerlik oluşturmuştu. Ruslar’ın Kırım’a gireceği Or Kapı adlı geçit, buranın müdafaası açısından son derece önemliydi. Bu savaşta Kırım seraskeri olarak görevlendirilenSilahdar İbrahim Paşa’nın, Or Kapı’nın müdafaası için harekete geçmesi, Tatarlar tarafından geciktirildi, Osmanlı ordusu yoldayken de Or Kapı’daki kalede bulunan Tatarlar bu önemli geçit noktasını Ruslar’a teslim ettiler. Buradan rahatlıkla geçen Rus kuvvetleri Kırım’ı kısa zamanda işgal edip, Osmanlı ordusu komutanı İbrahim Paşa’yı da esir alarak, Petersburg’a götürdüler.
Ruslar, Kırımlılar ile çeşitli müzakereler yapmışlar, yayınladıkları bildirilerle de onlara, Kırım’a doğru ilerleyen Rus kuvvetlerine karşı gelmedikleri takdirde bağımsızlıklarını vereceklerini vadetmişlerdi.
Küçük Kaynarca Antlaşması
1768-1774 savaşı esnasında zaman zaman barış görüşmelerine teşebbüs edildiyse de bir netice alınamamıştı. 1774’te ölen Üçüncü Mustafa’nın yerine tahta çıkan Birinci Abdülhamid, bir şeyler yapmak istediyse de cephelerde mağlubiyetler devam etti. Büyük askeri başarılarına rağmen Ruslar da kendi iç meselelerinden dolayı barış istiyorlardı. İki devlet arasında 21 Temmuz 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’nın en ağır maddesi Kırım’ın bağımsız bir statüye sokulmasıydı. Osmanlı padişahının halife olarak Tatarlar’ın dini lideri olmasının dışında Kırım’la bir bağı kalmamıştı. Bu durum gelecekteki bir Rus işgalinin de habercisiydi.
Aynalıkavak Tenkihnâmesi
1777’de Şahin Giray’ın Çariçe İkinci Katerina’nın desteğiyle han olmasından itibaren Kırım, Rusya’yla iyice yakınlaştı. Kendisine karşı çıkan isyanla baş edemeyen Şahin Giray, hanlığı Ocak 1778’de Selim Giray’a devretti. Aslında bu Osmanlı Devleti’nin de desteklediği ve başarıya ulaşan bir darbeydi ama Ruslar’ın desteklediği Şahin Giray hanlık davasından vazgeçmedi. Şahin Giray, kısa bir süre sonra Rus askerinin desteğiyle, ikinci defa han oldu.
Yeni bir Osmanlı-Rus savaşı çıkmak üzereyken Fransızlar’ın araya girmesiyle 21 Mart 1779’da Aynalı-kavak Tenkihnâmesi imzalandı. Bu antlaşmayla Kırım bağımsız bir devlet olacaktı. Ruslar da Kırım’daki askerlerini çekeceklerdi. Osmanlı yönetimi de Şahin Giray’ın hanlığını tanıyacaktı.
Kırım’ın işgali
Şahin Giray’ın ikinci hanlığı,çoğu kanlı bir şekilde bastırılan isyanlara rağmen beş sene sürdü. 1782’de Halim Giray liderliğinde başlatılan isyan ise beklenenden daha fazla destek buldu ve Şahin Giray, ancak Ruslar’a sığınarak canını kurtarabildi. Fakat General Potemkin komutasındaki Rus ordusunun desteğiyle 1782 yazında üçüncü defa Kırım hanlığına getirildi. Ancak üçüncü hanlığı döneminde Şahin Giray, Rus General Potemkin’in kuklasıydı. Potemkin, bir yolunu bulup Kırım’ı doğrudan Rusya topraklarına katmak istiyordu. Bunun için yarımadada askerî yığınaklar yapıyordu, ancak uluslararası dengeler uygun olmadığından bu isteğini yerine getiremiyordu. Nihayet 1783 Nisan’ında yayınlanan bir beyannâme, Potemkin’in hayallerinin gerekçe olmasının kapısını araladı. Çariçe Katerina adına yayınlanan beyannâmede Kırım’ın fiilen işgal edilmesinin gerekçeleri sıralanıyordu. Potemkin büyük bir memnuniyetle tekrar Rus ordusunun başına geçti ve kısa bir sürede Kırım’ı fiilen işgal etti. Bu işgalle birlikte kukla han Şahin Giray hanlığından, Kırım ise bir daha elde edemeyeceği bağımsızlığından oldu.
Yeni bir savaş göze alınmadı
Osmanlı yönetimi Kırım’daki bu durumu kabullenmek istememiş, ancak yeni bir savaşı da göze alamamıştı. Osmanlı Devleti, 1784’te imzalanan ve Kırım senedi denilen üç maddelik antlaşmayla yarımadadaki Rus hâkimiyetini tanıdı fakat Kırım’ın tekrar geri alınması hep bir ideal olarak yaşatıldı.
Kırım’ı kurtarın
Birinci Abdülhamid döneminde Kırım’ı geri almak için hep fırsat kollandı. Halk Kırım’ın kurtarılmasını istiyordu. Avusturya ile Rusya ise Osmanlı topraklarını paylaşmak için ittifak yapmışlardı. Sonunda 1787-1792 yılları arasında Osmanlılar ile Avusturya ve Rusya arasında beş yıl sürecek bir savaş çıktı. Avusturya cephesinde düşman durduruldu. Ancak Rus orduları Osmanlı birliklerini arka arkaya mağlup etti.
Üçüncü Selim
Savaş devam ederken 1789’da tahta Üçüncü Selim çıktı. Genç padişah, tahta çıktığı ilk günlerden itibaren savaşı sürdürmedeki kararlılığını gösterdi. İstanbul’da taht değişikliğinin kargaşası yaşanırken Rus ve Avusturya orduları cephedeki konumlarını güçlendirdiler. 1790’da Avusturya hükümdarı İkinci Josef’in ölümü ve yerine İkinci Leopold’ün geçmesi savaşın gidişatını tamamen değiştirdi. Yeni imparator, Osmanlı devleti ile 1791’de Ziştovi Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekildi. Avusturya’nın savaştan çekilmesine rağmen Rus birlikleri önemli başarılar kazanmaya devam etti. Ordu ve halk savaşa devam edilmemesi taraftarı olunca, Üçüncü Selim sulh görüşmelerine başladı. 10 Ocak 1792’de Yaş’ta akdedilen Osmanlı-Rus barış anlaşmasına göre, Ruslar işgal ettikleri bazı toprakları bırakmışlar ancak Osmanlı yönetimi de Ruslar’ın Kırım ve Gürcistan’daki hâkimiyetlerini tanımak zorunda kalmıştı.
Kırım’ın fethi
Kırım Hanlığı’nda, kurucusu Hacı Giray’ın 1466’daki ölümünden sonra oğulları arasında taht mücadeleleri başlamıştı. Şirin Beyi Eminek, Cenevizliler’e karşı Osmanlılar’dan yardım istedi. Bu fırsatı değerlendiren Fatih, 1475’te Gedik Ahmed Paşa komutasındaki bir donanmayı Kırım’a gönderdi. Cenevizliler’in elindeki Kefe ve Kırım’ın sahil kesimi ele geçirildi.
Kırım Tatarları
Kırım Tatarları, Osmanlı Devleti’nin en önemli güçlerindendi. Özellikle Akıncılar’ın ortadan kalkmasından sonra bu boşluğu Kırım Hanlığı’nın kuvvetleri doldurdular. Kuzey seferlerinde ve 1683’ten sonraki Viyana bozgun yıllarında önemli roller oynadılar.
Osmanlı tarihinin 461 yıl unutulmayan en acı ölümü
Şehzâde Mustafa, 1515’te babasının Manisa Sancakbeyliği sırasında doğdu. Annesi MahidevranHatun’du. 1520’de babasının tahta çıkması üzerine İstanbul’a geldi. 1533’te Manisa Sancakbeyliği’ne tayin edildi.
Yeniçerilerin sevgisi
Şehzâde Mustafa, Manisa Sancakbeyliği sırasında şairleri ve âlimleri himayesi altına aldı. Halka, ulemaya ve askerlere karşı cömert oldu. Şehzâde hemen herkes tarafından sevilerek saltanatın varisi olarak görüldü.
Şehzâdenin bu şekilde geniş bir nüfuza sahip olması ve değişik halk kesimlerinden destek görmesi, Hürrem Sultan’ı huzursuz ediyordu. Hürrem Sultan’ın da etkisiyle Veziriazam Makbul İbrahim Paşa öldürüldü. Böylece Şehzâde Mustafa İstanbul’daki en büyük destekçisini kaybetti. Hürrem Sultan ise kızı Mihrimah Sultan’ı evlendirdiği Rüstem Paşa’yı ikbal merdivenlerinden çıkararak, Şehzâde Mustafa’ya karşı önemli bir müttefik buldu.
Valilere mektup yazdı
Kanunî, Hürrem Sultan’ın da tesiriyle Şehzâde Mustafa’yı saltanat merkezine daha yakın olan Manisa Sancakbeyliği’nden alarak yerine Şehzâde Mehmed’i tayin etti. Şehzâde Mustafa’yı da Amasya’ya gönderdi. Ancak Şehzâde Mehmed’in 1 yıl sonra 1543’teki beklenmedik ölümü Şehzâde Mustafa’yı tekrar şanslı duruma getirdi.
Şehzâde Mustafa da bu arada valilere mektuplar yazarak çevresini genişletmeye çalışıyordu. Mahidevran Sultan, Amasya’da Şehzâde Mustafa’ya yol gösteriyor, oğlunu korumak için çabalıyordu.
Venedik Elçisi Navagero, Hürrem Sultan ile Rüstem Paşa’nın Şehzâde Mustafa’yı engellemek için neler yaptıklarını da şöyle anlatır:
Sahte mektuplar
Gelişmelerin günden güne kendi aleyhlerine gittiğini gören Rüstem Paşa, gizlice şehzâdenin mührünü kazıttı. Şehzâde Mustafa’nın ağzıyla İran Şahı Tahmasb’a bir mektup yazdı. Sahte mektupta, şehzâde “padişah olması halinde Şah Tahmasb ile yakın bir dostluk kuracağını bildiriyor ve Şah’ın güzel kızı Feride ile evlenmek istediğini” söylüyordu. Rüstem Paşa, şehzâde adına yazdığı sahte mektubu Zeynel Bey vasıtasıyla İran şahına gönderdi. Şahın cevaben şehzâdeye yazmış olduğu mektubu da aynı yolla ele geçirdi. Rüstem Paşa çok büyük bir koz yakalamıştı. Gerektiğinde bu sahte mektupları padişaha gösterecek ve şehzâdenin sonunu hazırlayacaktı.
Kanunî’ye iletti
1552’de Veziriazam Rüstem Paşa, İran seferine çıktı. Ancak Anadolu’daki asker ve halkın Şehzâde Mustafa’ya büyük muhabbet beslediklerine şahit oldu. Padişahın yaşlandığı ve Rüstem Paşa’nın da ortadan kaldırılması gerektiği yönünde dedikodular üzerine veziriazam, hemen bir adamını İstanbul’a göndererek meydana gelen olayları Kanunî’ye iletti. Bu arada daha önce Şah Tahmasb’a yazdığı sahte mektupları da Şehzâde Mustafa’nın aleyhine delil olarak gönderdi. Artık, Kanunî Sultan Süleyman tamamen oğlunun aleyhine dönmüştü. Özellikle, “Padişahın kalan ömrünü Dimetoka saraylarında ibadetle geçirmesi gerektiği” şayiası kendisini çok üzmüştü. Dedesi İkinci Bâyezid tahttan indirilerek Dimetoka Sarayı’na gönderilmiş ancak yolda aniden ölmüştü.
Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesi
Sultan Süleyman, Rüstem Paşa’yı geri çağırarak seferin ertesi yıl bizzat kendi komutasında yapılacağını bildirdi. Kanunî, 28 Ağustos 1553’te ordusuyla Üsküdar’dan hareket etti. Ordu 5 Ekim’de Konya Ereğlisi yakınındaki Aktepe denilen mevkide konakladı. Orduya katılması talimatı verilen Şehzâde Mustafa, babasının kendisiyle ilgili düşüncelerinden habersiz, birlikleriyle babasının otağının 2 mil uzağına otağını kurdu.
Uyarıları dinlemedi
Şehzâde Mustafa, akşama doğru babasının otağından kendisine doğru üzerinde kâğıt bulunan bir ok atıldı. Kâğıtta babasının otağına kesinlikle gitmemesi, babasının onu öldüreceği yazılıydı. Şehzâde Mustafa bunu Rüstem Paşa’nın kendisine karşı bir hilesi olarak düşündü. Şehzâde Mustafa, çevresinin bütün uyarılarına rağmen babasının kendisini öldürteceğine inanmıyordu.
Şehzâde Mustafa, padişahın çadırına girdiğinde elinde bir yayla tahtta oturan babasını hürmetle selamladı. Kanunî bu selama, “Ah köpek! Sende hâlâ beni selamlayacak cesaret var mı” diyerek arkasını döndü. Bu işaret üzerine iri cüsseli dilsiz yedi cellat şehzâdenin üzerine atıldılar.
Şehzâde Mustafa böyle ani bir saldırı karşısında bile cellatlardan kurtulup, onları yere sermeyi başardı. Bu sırada karşısına çıkan Zal Mahmud Ağa, şehzâdeye çelme takarak onu yere düşürdü ve hemen kemendi boynuna geçirdi. Birkaç dakika sonra şehzâdenin cesedi çadırın dışına çıkarılarak bir İran halısının üzerinde teşhir edildi.
Rüstem Paşa azledildi
Olup bitenler Şehzâde Cihangir’i derinden yaraladı. Şehzâde Cihangir, kısa bir süre sonra vefat etti. Şehzâde Mustafa’nın ölümü ordu arasında derin bir üzüntü ve hoşnutsuzluk meydana getirdi. Rüstem Paşa azledilip, Şehzâde Mustafa’ya yakınlığı ile bilinen Kara Ahmed Paşa veziriazamlığa getirildi. Şehzâdenin cenazesi Bursa’ya gönderilerek defnedildi. Hürrem Sultan’ın kışkırtmasıyla, babasının intikamını alır gerekçesiyle Şehzâde Mustafa’nın 7-8 yaşlarındaki oğlu Şehzâde Mehmed de öldürüldü.
Düzmece Mustafa
Şehzâde Mustafa öldü ama arkasından en az 5 kişi ben Şehzâde Mustafa’yım diye isyan çıkardı. Şehzâdenin katlinden kısa bir süre sonra Dobruca’da ortaya çıkan bir kişi Şehzâde Mustafa olduğunu iddia etti. Şehzâdeye benzerliği ve cesareti ile etrafına Rumeli eyaletlerinden binlerce sipahiyi topladı. Düzme Mustafa bir müddet devlet güçlerini uğraştırdıktan sonra yakalanıp, İstanbul’da çengele geçirilerek öldürüldü.
Arka arkaya isyanlar
Düzmece Mustafa isyanları durmadı. 1557’de Anadolu’da Safeviler’in de desteklediği bir isyan çıktı. Sultan Süleyman’ın taht konusundaki endişelerini sadece 1566 yılına kadar yeniden ortaya çıkan Düzmece Mustafalar canlı tuttu. 1564’te farklı bölgelerde iki Düzmece Mustafa
ortaya çıktı. Bir Düzmece Mustafa ise 1565 Haziranı’nda idam edildi.
Hürrem Sultan’a suçlama
Şehzâde Mustafa ile ilgili birçok mersiye yazıldı. Kadın şair Nisâyî yazdığı mersiyede Hürrem Sultan’ı açıkça suçlamıştır:
Bir Urus câdısınun sözin kulağuna koyup
Mekr ü âle aldanuban ol acûzeye uyub
Bâğ-ı ömrün hâsılı ol serv-i âzâda kıyup
Bi-terahhum şâh-ı alem n’itdi Sultan Mustafâ
Şâh-ı âlemsin veli halk tutdı senden nefreti
Kimsenün kalmadı hergiz sana meyl-i şefkati
Bâis olan müftiye irmesün Hak rahmeti
Merhametsüz şâh-ı âlem n’itdi Sultan Mustafâ
Nisâyi
Unutulmayan MERSiYE
Şehzâde Mustafa adına birçok mersiye yazıldı. Bunların en meşhuru Taşlıcalı Yahya’nınkidir:
Meded, meded bu cihânın yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hân’ı.
Dolundu mihr-i cemâli, bozuldu erkânı,
Vebâle koydular âl ile Âl-i Osmân’ı.
.............
Enîsi gâib erenler, celîsi ehl-i sefâ,
Ziyâde ide yaşım gibi rahmetin mevlâ.
İlâhi! Cennet-i firdevs ana durağ olsun,
Nizâm-ı âlem olan Pâdişah sağ olsun!
Yeniçerilerin sevgisi
Şehzâde Mustafa, Manisa Sancakbeyliği sırasında şairleri ve âlimleri himayesi altına aldı. Halka, ulemaya ve askerlere karşı cömert oldu. Şehzâde hemen herkes tarafından sevilerek saltanatın varisi olarak görüldü.
Şehzâdenin bu şekilde geniş bir nüfuza sahip olması ve değişik halk kesimlerinden destek görmesi, Hürrem Sultan’ı huzursuz ediyordu. Hürrem Sultan’ın da etkisiyle Veziriazam Makbul İbrahim Paşa öldürüldü. Böylece Şehzâde Mustafa İstanbul’daki en büyük destekçisini kaybetti. Hürrem Sultan ise kızı Mihrimah Sultan’ı evlendirdiği Rüstem Paşa’yı ikbal merdivenlerinden çıkararak, Şehzâde Mustafa’ya karşı önemli bir müttefik buldu.
Valilere mektup yazdı
Kanunî, Hürrem Sultan’ın da tesiriyle Şehzâde Mustafa’yı saltanat merkezine daha yakın olan Manisa Sancakbeyliği’nden alarak yerine Şehzâde Mehmed’i tayin etti. Şehzâde Mustafa’yı da Amasya’ya gönderdi. Ancak Şehzâde Mehmed’in 1 yıl sonra 1543’teki beklenmedik ölümü Şehzâde Mustafa’yı tekrar şanslı duruma getirdi.
Şehzâde Mustafa da bu arada valilere mektuplar yazarak çevresini genişletmeye çalışıyordu. Mahidevran Sultan, Amasya’da Şehzâde Mustafa’ya yol gösteriyor, oğlunu korumak için çabalıyordu.
Venedik Elçisi Navagero, Hürrem Sultan ile Rüstem Paşa’nın Şehzâde Mustafa’yı engellemek için neler yaptıklarını da şöyle anlatır:
Sahte mektuplar
Gelişmelerin günden güne kendi aleyhlerine gittiğini gören Rüstem Paşa, gizlice şehzâdenin mührünü kazıttı. Şehzâde Mustafa’nın ağzıyla İran Şahı Tahmasb’a bir mektup yazdı. Sahte mektupta, şehzâde “padişah olması halinde Şah Tahmasb ile yakın bir dostluk kuracağını bildiriyor ve Şah’ın güzel kızı Feride ile evlenmek istediğini” söylüyordu. Rüstem Paşa, şehzâde adına yazdığı sahte mektubu Zeynel Bey vasıtasıyla İran şahına gönderdi. Şahın cevaben şehzâdeye yazmış olduğu mektubu da aynı yolla ele geçirdi. Rüstem Paşa çok büyük bir koz yakalamıştı. Gerektiğinde bu sahte mektupları padişaha gösterecek ve şehzâdenin sonunu hazırlayacaktı.
Kanunî’ye iletti
1552’de Veziriazam Rüstem Paşa, İran seferine çıktı. Ancak Anadolu’daki asker ve halkın Şehzâde Mustafa’ya büyük muhabbet beslediklerine şahit oldu. Padişahın yaşlandığı ve Rüstem Paşa’nın da ortadan kaldırılması gerektiği yönünde dedikodular üzerine veziriazam, hemen bir adamını İstanbul’a göndererek meydana gelen olayları Kanunî’ye iletti. Bu arada daha önce Şah Tahmasb’a yazdığı sahte mektupları da Şehzâde Mustafa’nın aleyhine delil olarak gönderdi. Artık, Kanunî Sultan Süleyman tamamen oğlunun aleyhine dönmüştü. Özellikle, “Padişahın kalan ömrünü Dimetoka saraylarında ibadetle geçirmesi gerektiği” şayiası kendisini çok üzmüştü. Dedesi İkinci Bâyezid tahttan indirilerek Dimetoka Sarayı’na gönderilmiş ancak yolda aniden ölmüştü.
Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesi
Sultan Süleyman, Rüstem Paşa’yı geri çağırarak seferin ertesi yıl bizzat kendi komutasında yapılacağını bildirdi. Kanunî, 28 Ağustos 1553’te ordusuyla Üsküdar’dan hareket etti. Ordu 5 Ekim’de Konya Ereğlisi yakınındaki Aktepe denilen mevkide konakladı. Orduya katılması talimatı verilen Şehzâde Mustafa, babasının kendisiyle ilgili düşüncelerinden habersiz, birlikleriyle babasının otağının 2 mil uzağına otağını kurdu.
Uyarıları dinlemedi
Şehzâde Mustafa, akşama doğru babasının otağından kendisine doğru üzerinde kâğıt bulunan bir ok atıldı. Kâğıtta babasının otağına kesinlikle gitmemesi, babasının onu öldüreceği yazılıydı. Şehzâde Mustafa bunu Rüstem Paşa’nın kendisine karşı bir hilesi olarak düşündü. Şehzâde Mustafa, çevresinin bütün uyarılarına rağmen babasının kendisini öldürteceğine inanmıyordu.
Şehzâde Mustafa, padişahın çadırına girdiğinde elinde bir yayla tahtta oturan babasını hürmetle selamladı. Kanunî bu selama, “Ah köpek! Sende hâlâ beni selamlayacak cesaret var mı” diyerek arkasını döndü. Bu işaret üzerine iri cüsseli dilsiz yedi cellat şehzâdenin üzerine atıldılar.
Şehzâde Mustafa böyle ani bir saldırı karşısında bile cellatlardan kurtulup, onları yere sermeyi başardı. Bu sırada karşısına çıkan Zal Mahmud Ağa, şehzâdeye çelme takarak onu yere düşürdü ve hemen kemendi boynuna geçirdi. Birkaç dakika sonra şehzâdenin cesedi çadırın dışına çıkarılarak bir İran halısının üzerinde teşhir edildi.
Rüstem Paşa azledildi
Olup bitenler Şehzâde Cihangir’i derinden yaraladı. Şehzâde Cihangir, kısa bir süre sonra vefat etti. Şehzâde Mustafa’nın ölümü ordu arasında derin bir üzüntü ve hoşnutsuzluk meydana getirdi. Rüstem Paşa azledilip, Şehzâde Mustafa’ya yakınlığı ile bilinen Kara Ahmed Paşa veziriazamlığa getirildi. Şehzâdenin cenazesi Bursa’ya gönderilerek defnedildi. Hürrem Sultan’ın kışkırtmasıyla, babasının intikamını alır gerekçesiyle Şehzâde Mustafa’nın 7-8 yaşlarındaki oğlu Şehzâde Mehmed de öldürüldü.
Düzmece Mustafa
Şehzâde Mustafa öldü ama arkasından en az 5 kişi ben Şehzâde Mustafa’yım diye isyan çıkardı. Şehzâdenin katlinden kısa bir süre sonra Dobruca’da ortaya çıkan bir kişi Şehzâde Mustafa olduğunu iddia etti. Şehzâdeye benzerliği ve cesareti ile etrafına Rumeli eyaletlerinden binlerce sipahiyi topladı. Düzme Mustafa bir müddet devlet güçlerini uğraştırdıktan sonra yakalanıp, İstanbul’da çengele geçirilerek öldürüldü.
Arka arkaya isyanlar
Düzmece Mustafa isyanları durmadı. 1557’de Anadolu’da Safeviler’in de desteklediği bir isyan çıktı. Sultan Süleyman’ın taht konusundaki endişelerini sadece 1566 yılına kadar yeniden ortaya çıkan Düzmece Mustafalar canlı tuttu. 1564’te farklı bölgelerde iki Düzmece Mustafa
ortaya çıktı. Bir Düzmece Mustafa ise 1565 Haziranı’nda idam edildi.
Hürrem Sultan’a suçlama
Şehzâde Mustafa ile ilgili birçok mersiye yazıldı. Kadın şair Nisâyî yazdığı mersiyede Hürrem Sultan’ı açıkça suçlamıştır:
Bir Urus câdısınun sözin kulağuna koyup
Mekr ü âle aldanuban ol acûzeye uyub
Bâğ-ı ömrün hâsılı ol serv-i âzâda kıyup
Bi-terahhum şâh-ı alem n’itdi Sultan Mustafâ
Şâh-ı âlemsin veli halk tutdı senden nefreti
Kimsenün kalmadı hergiz sana meyl-i şefkati
Bâis olan müftiye irmesün Hak rahmeti
Merhametsüz şâh-ı âlem n’itdi Sultan Mustafâ
Nisâyi
Unutulmayan MERSiYE
Şehzâde Mustafa adına birçok mersiye yazıldı. Bunların en meşhuru Taşlıcalı Yahya’nınkidir:
Meded, meded bu cihânın yıkıldı bir yanı
Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hân’ı.
Dolundu mihr-i cemâli, bozuldu erkânı,
Vebâle koydular âl ile Âl-i Osmân’ı.
.............
Enîsi gâib erenler, celîsi ehl-i sefâ,
Ziyâde ide yaşım gibi rahmetin mevlâ.
İlâhi! Cennet-i firdevs ana durağ olsun,
Nizâm-ı âlem olan Pâdişah sağ olsun!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)