4 Haziran 2011 Cumartesi

KARAİSALI’DA KUVAYI MİLLİYE BAYRAMI

   -Karaisalı’nın Örcün köyünde tarihi caminin önünde kurtuluş savaşı esnasında şehit düşen 2 Kayserili askerin kucak kucağa yattığı mezarı var.
   -Karaisalı’nın her yerinde düşman bombaları ile şehit düşmüş isimsiz kahramanların mezarlarını görmek mümkün.
   -Karaisalı Kaymakamı sayın Ahmet Narinoğlu ve tarihe duyarlı insanların birlikte çalışması ile Karaisalı için 1  nisan 1920 tarihi kuvayı milliye bayramı olarak her yıl kutlanır.

                                               öRCÜN KÖYÜNDE ŞEHİT ASKERLER MEZARI
                                          Ahmet Narinoğlu ve örcün'de kuvayı milliye bayramına katılanlar

  Yıllar önceydi ve takvimler 31 mart 2000 tarihini gösteriyordu.  Karaisalı’nın Örcün köyünde Sinan Tekelioğlu’nin milli mücadele esnasında karargah olarak kullandığı köy evinin koruma altına alınması dolayısı ile tören yapılacağını haber aldım. Adana’dan Kuvayı Milliye Derneğinden arkadaşlar ile birlikte Örcün köyüne gidildi. Köyün orta yerinde caminin yanı başında bir köy evi Sinan Tekelioğlu tarafından karargah olarak kullanılmış.  Sinan Tekelioğlu’nun sakallı, kalpaklı, elinde savaş esnasında kullandığı değnek ve tarihi kıyafeti ile ayakta gösteren görüntüsü kabartma heykel olarak hazırlanmış ve duvarı yarleştirilmişti.  1 Nisan 1920 tarihinin “Karaisalı Kuvayı Milliye Bayramı” olarak kutlanması kararını alan o günlerin Kaymakamı Ahmet Narinoğlu ( Adana Vali yardımcısı göreviyle) toplantıda idi. Karaisalı Kuvayı Milliye bayramını canlandıran Kaymakam Nevzat Korkmaz, Çakallı köyünden Zeki  Küstü, İncirgedikli Karboğazı savaşında esir düşen Fransızların kısa süre  Fransız askerlerin tutsak olarak kaldığı tarihi konağın sahibi Ali Dinçer,  Hasan Hüseyin Çulhaoğlu ,  Üniversite’den Prof. Dr. Atike Nazik de     orada idiler.  Sinan Tekelioğlu ve kuvayı milliyecileri hatırlama toplantısı sürerken bir an için karargahın bahçesinde zambak çiçekleri arasında üzeri Osmanlıca yazılı mezar taşına gözlerim ilişti. Fotoğrafını çekerken okumaya da başladım: “Şühedayı asakirin-i Kayseri (Kayserili şehit askerler) 1336 ( miladi:1920)”… Sinan Tekelioğlu’nun yanında savaşırken düşman tarafından gelen kurşunlarla şehit düşen iki Kayserili şehit askerin mezar taşı idi. Askerler yan yana aynı mezara konmuşlardı.  Mezar taşları üzerinde isimleri bile yazılı değildi. Ama onlardan geriye hatıra bir mezar taşı vardı.  Örcün’de yapılan toplantı ,tarihi bir olayı hatırlama idi. Fotoğraf karesi içinde bir araya gelenler tarihe bir belge bırakmışlardı. Sonraki yıllarda Ali Dinçer rahmetli oldu. Ahmet Narinoğlu’nun İstanbul Kağıthane kaymakamlığına tayini çıktı. Prof. Atike Nazik  hanım da ayrıldı Karaisalı’dan.  Kaymakam Nevzat bey ise milletvekili seçildi.  Karaisalı’da adım attığım her yerde tarihin tanıkları ve hikayeleri anlatan insanlarla karşılaştım. Hani derler ya “Şehit kanları ile sulanan vatan toprakları” diye… kulaklarımda yankılanan sözler hep  bu düşünceleri doğruluyordu.  Yaşanan olayların canlı tanığı hep murt çalıları olmuştu Karaisalı’da. Ve “Murtcu” sözleri de Karaisalıları anlatıyordu.
    Karaisalı tarihi, sadece günümüzde Karaisalı’nın idari alanını gösteren haritadaki alan ile de sınırlı değildi.  Karaisalı’da gördüklerim, fotoğraf karelerindeki görüntüler ve aynı coğrafyanın tarihinde yaşananları hatırlamak, yazmak gerekiyordu. Yörenin yurt tutulması, insanların isyanları veya mutlulukları…Tarih sahnesinde “hayat hikayesi” olarak yazılanları hatırlamak gerekiyordu. Neler olmuştu ve neler yaşanmıştı  bu coğrafyada! Gelecek nesillere aktaracağımız… Ama bilinmesi gereken.  Hayallar ve duygular canlandı. Mart ayı içinde Karaisalı şehir merkezinde tarihi olaylar ve fotoğraf sergisi açmıştım. Milli Eğitime bağlı okullardan öğretmenler ve öğrenciler sergiyi gezmeye geldiler.  Onların karşısına geçip “-Arkadaşlar 1 Nisan 1920’nin Karaisalı için önemini bilen var mı?” veya bir başka soruda da “-Nisan Tekelioğlu’nu veya bu ülke hayatını ortaya koyan kahramanları tanıyanlarınız var mı?
Veya “ Evinde dedesinden kalma istiklal madalyası olan kimler var?... “-Sizce Kuvayı milliye sözcükleri ne anlama gelir?... Hayata merhaba diyen, sessizce bu sözleri kulaklarında duyan öğrencilerin sessiz bakışları ve hiç konuşmamaları karşısında bu çocuklara, ülkemizin geleceği olan yavrularımıza bölge tarihinde yaşananları yazmak, anlatmak ve özellik de “TOROSLARDA GÖRÜŞÜRÜZ”ün ne anlama geldiğini söylemek haykırmak gerekiyordu.
……………………………………………………………………………………………

ADANA’NIN İŞGAL EDİLDİĞİ GÜN

-Fransız işgalci askerler 17 Aralık 1918 tarihinde Adana istasyonundan şehre girdiler.
-Adana Vali konağında çalışan memur ve amirlerin durumu hakkında bilgi ve belge topladılar.
-Adana Gureba Hastanesinde çalışan personelin kendilerine bağlı olmasını istediler.
-Adana Vali Vekili Nazım Bey, yaşanan olayları “tam anlamıyla işgal olarak” açıklayan raporu İstanbul hükümetine bildirdi.
-Osmanlı Arşivinde bulunan Nazım Beyin belgesini sunuyorum
                                          NAZIM BEY RAPORU



Bâb-ı Âlî
Dâhiliye Nezâreti
Kalem-i Mahsûs

Adana Vilayeti’nden alınan 17 Aralık 1918 tarihli telgrafın suretidir.
Mersin Mutasarrıflığı’ndan alınan 17 Aralık 1918 tarihli telgrafın sureti aşağıda arz edilmiştir. Yapılacak işlem hakkında emirleriniz beklenmektedir.
17 [Aralık 1918]
Adana Valisi
Nazım
Suret
Bugün limana bin beş yüz asker taşıyan Fransız bandıralı üç vapur gelmiştir. Öğleden sonra büyük çoğunluğu Ermeni olmak üzere beş yüz kadar silahlı asker ve yirmi kadar subay çıkmış, yaptıkları başvurular üzerine hazırlanan mekânlara yerleştirilmişlerdir. Yaklaşık saat iki buçukta bir Fransız kumandanı hükümet dairesine gelerek memurların âmirleri ile görüşmek arzusunda olduğunu söylemiştir. Zorunluluk gereği onay verilmiş, âmirler makamıma getirtilmiştir. Fransız kumandanı vaziyetin değişmeyeceğini ve şimdilik herkesin göreviyle uğraşması gerektiğini ifade etmekle beraber her memurla ayrı ayrı görüşmek arzusunda bulunduğunu söylemiştir. Buna da onay verilmiş, makamıma teker teker üç dört âmir girmiştir. Kumandan tarafından her daire ile ilgili kayıtların bilgileri sorulmuş ve bunun da idarenin en ince noktasıyla alakalı olduğu anlaşıldığından istenen bilgilerin izinsiz verilemeyeceği, aksi halde yükümlülük doğuracağı nazik bir şekilde kendisine ifade edilmiştir. Mersin sancağında yaşayanların tahminen yüzde sekseninin Türk ve Müslüman, geri kalanının da değişik milletlere mensup Hıristiyanlar olduğu ve Hıristiyanların sadece kasabalarda yaşadıkları yolunda yapılan açıklamalar kumandanın pek de hoşuna gitmemiştir. Fransızların sağlık personeli, gurebâ hastahanelerine giderek mevcut elbiselik, alet-edevât ve malzemelerin listesini istemektedirler. Hastaneyi işgal değil ıslah edeceklerini ve bu doktorlara maaş için umum kumandanlıkla yazışmada bulunacaklarını söylemişler ise de bu uygun görülmemiştir. Kısacası durumlarının askerî işgal değil, tam anlamıyla işgal olduğu anlaşılmıştır. Yapılacak işlem hakkında emirleriniz beklenmektedir.

BOA. HR. SYS. 2555-2/56
………………………………………………………………………………………………….


GÖZYAŞLARI DÖKEN DÖRTYOLLU BİR KUVAYI MİLLİYECİ

   -Adana Valiliği adına 1990 yılı içinde Dörtyol yöresinde Milli mücadeleye katılanların hatıralarını derleme çalışmalarına başladık.
    -Dörtyol ilçesine gittiğimizde yerel Tarihçi Kadir Arslanı bulduk. Ve bölgede yaşanan olaylar hakkında bilgiler aldık.
    -Mustafa Gözübenli, şehit olan yakınlarının mezarı başında gözyaşları dökerek olayları anlattı.
    -Çukurova’nın her yerinde düşman işgaline direnen kahramanların hatıraları vardır.

     -Fransız yönetiminin eşkıya olarak suçladığı Gizik Duran ve arkadaşları Kasım 1919 içinde Sis (Kozan)’ten Haçin’e yardım götüren Fransız birliğini Feke yakınlarında Bozat gediğinde pusuya düşürdüler ve ağır kayıp verdirdiler.
     -Adana vilayetinin işgal yönetiminden sorumlu Fransız Albay Bremond, Valilik konağına yerleşti. Türkçenin resmi dil olarak kullanımını yasakladı. Azınlıklara da eğitim ve kültürel haklar vaadinde bulundu. Vali konağı yakınındaki Adana Lisesindeki Türk bayrağının indirilmesini emretti. Lise Müdürü Niyazi Ramazanoğlu ve öğretmenler bu uygulamaya karşı geldiler. Fransız askerleri ile tartışma yaşandı. Okula Fransız bayrağı çekilmesi olayı yüzünden eğitim aksadı, öğretmen ve öğrenciler dağıldılar.
     Adana Belediyesi’nden Türk bayrağının indirilmesi isteğine Başkan Kadri Ramazanoğlu karşı geldi. Başkan’ın evinde silah araması yapıldı. Ve oğlu Tevfik Kadri Ramazanoğlu yakalanarak Taşköprü başındaki meydanda bir üstü açık kamyonda kırbaçlanarak dövüldü.
     Pozantı’dan ayrılarak Tarsus’a gitmek üzere Tekir yaylası Karboğazında bir vadiden yürüyüş halinde bulunan Binbaşı Menil kumandasındaki Fransız taburu Gülekli 44 köylü tarafından teslim alındı. Bu olay düşman işgaline karşı olan mücadeleyi güçlendirdi. 
     5 Ağustos 1920 günü Osmaniye şehir merkezindeki Fransız bayrağının dalgalandığı binaya doğru hücuma kalkan Rahime Hatun göğsünden aldığı kurşunlarla şehit düştü. Ve yine Osmaniye şehir merkezinde emrindeki yüzlerce çete ile birlikte mücadele veren Tacirli aşiretinden Palaoğlu Süleyman şehit düştü.
     18 Kasım 1920 günü Saim Bey kumandasındaki Kuvayı milliye güçleri Osmaniye yakınlarındaki Mamure tren istasyonuna hücum ettiler. Saim Bey en önde idi. Üzerine gelen bir bombanın patlaması üzerine şehit düştü. Kanlı gömleğini ailesi koruma altına aldı, yakınları tarafından Ekim 2007 içinde Saimbeyli kaymakamlığına teslim edildi.
     1990 yılında idi, Adana Valiliğinin “Tarihi Belgelendirme” araştırma çalışmaları için Dörtyol ilçesine geldik. Sayın Kadir Arslan rehberimiz idi.  Mustafa Gözübenli adındaki yaşlı bir amcayı bulduk.Birlikte yakınlarının şehit düştüğü mezarlığa vardık. Mezarların yanına oturan Gözübenli, aradan yıllar geçmesine rağmen ağlayarak anlattı ailesi ve yakınlarının acılarını…
    Dörtyol ilçesinin ve yakınlardaki bütün Çukurova’nın hemen her yerinde şehitler ve kahramanların hatıraları, anlatılan kulaktan kulağa anlatılan yaşatılan hikayeleri vardır.  Ocak 1922 başlarında Adana’ya bağlı Dörtyol ve civarı (Payas dahil) düşman işgali resmen sone erdi.  Olaylar tarihi belgelere yazıldı ve tarihciler tarafından gelecek nesillere anlatıldı unutulmaması gereken “Vatan mücadelesi” olarak.

Kaynak
1.Harp Tarihi Vesikaları dergisi, Ankara-1959, sayı-29, 758 nolu vesika

İLK KURŞUN DÖRTYOL’DA ATILDI

-Fransa’nın Anadolu’yu doğrudan işgali 1918 yılı  Kasım ayı içinde İskenderin limanına savaş gemilerinin yanaşması ile başladı.
    -Kasım 1918 başlarında  Mustafa kemal Paşa Adana’da idi.
    -Fransız işgaline karşı ilk kurşun 19 Aralık 1918 tarihinde  Dörtyol’un Karakese köyünde Karahasan Paşa çetesi tarafından atıldı.
    -Resmi tarihin gündemindeki 15 Mayıs 1919  İzmir’in İşgali ve Hasan Tahsin’in düşmana kurşun atması ancak Ege bölgesinde yaşanan tarihi bir olaydır.


                                          FRANSIZ ASKERLER İSKENDERUN'DA

     Takvimlerin 30 Ekim 1918 tarihini gösterdiği b.ir sırada Osmanlı yönetimi Mondros Ateşkes anlaşmasını imzalayarak yıllardır savaştığı düşman ülkelere karşı teslim olmayı kabul etmişti. Anlaşmanın imza edildiği saatlerde Halep’in Katma tren istasyonunda bulunan Mustafa kemal, yeni görev yeri olan Adana’ya hareket etti. O günleri yaşayanların zihinlerini meşgul eden en önemli soru: “-Bundan sonrası ne olacak? Anadolu’da işgal edilecek mi? Eğer korkulan olursa vatan savunması için mücadele etmek gerekir mi? Başarılı olmak için neler yapmak lazım?” gibi sorulara cevap aranıyordu.
     Beklenen kara gün gecikmedi. Kasım ayının başında İskenderun şehri açıklarına kadar gelen Fransız gemisi Cautelas’a davet edilen İskenderun Kaymakamı Ali Bey, 6 maddelik anlaşmaya imza attı. İskenderun ve civarındaki Türk askeri birliklerinin en kısa sürede bölgeyi terk etmesi isteniyordu. Karşı gelinmesi halinde kurşuna dizme dahil en ağır cezaların da verileceği açıklanmıştı, anlaşma belgesinde.  6 Kasım günü İngilizlerin İskenderun’a çıkarma yapacağı kent yönetiminin Osmanlı’dan alınacağı belli oldu. Ve 9 Kasım tarihinde işgal resmen başlamış oldu, İskenderun’da.  Adana’da Yıldırım Orduları karargahında gelişmeleri yakından izleyen Mustafa kemal Paşa, 9 Kasım günü Türk askerlerinin İskenderun’u boşaltarak Payas’a ve Sarıseki’ye çekileceği bilgilerini İstanbul’a ulaştırdı(1).
    Düşman işgali doğrudan başlamıştı Güney Anadolu’da, İskenderun sahillerinde.  Bundan sonrası olacaklar için o günlerin duygularını en güzel şekilde yansıtan “Dur Yolcu” şiirindeki şu sözler en güzel şekilde açıklar:

    “Dur Yolcu,
      Bilmeden basıp geçtiğin bu toprak
      Bir devrin battığı yerdir
      Eğil de kulak ver bu sessiz yığın
      Can veren Mehmet’in yattığı yerdir!”…
     Bu sözler vatan mücadelesi için bir mücadelenin verileceği bunun da ölüme doğru giden bir bir yolculuk “bedel” olduğunu söylemek mümkündür.
     11 Aralık 1918 günü Dörtyol Fransız ve yanlarında bulunan 300 kişilik Ermeni silahlı güçler tarafından işgal edildi. 19 Aralık günü Karakese köyünde Ömer Hoca oğlu Mehmet Kara düşmana karşı silahla karşı koydu, ilk kurşunu sıktı. İşgalci durumdaki Fransız ve İngiliz müttefik askerleri mersin’e ve oradan da 19 Aralık 1918 günü Adana’ya geldiler. Fransızlar beraberlerinde Ermeni lejyon birliğini ve çoğunluğu Kuzey Suriyedeki kamplarda bulunan sayıları 150.000’e ulaşan Ermenileri Çukurova şehir ve köylerine getirdiler. Şehir merkezlerinde çadır kamplar kuruldu. Ve bundan sonra silahlı Ermeni silahlı güçlerin  (kamovor)  Türklere karşı saldırıları dayanılmaz boyutlara ulaştı.
    “Söz konusu vatan olunca gerisi teferruattır” sözleri o günler için söylenmiş olsa gerek.  Düşman işgalinin ayrıntıları arasında vatan savunması için şanlı mücadele veren kahramanlar ve yiğitlerin hatıralarından örnekler vererek o günleri hatırlamak da fayda var.
     -Dörtyol ve Payas  civarında Fransız işgalci güçlere karşı Karahasan ve çetesi şanlı bir mücadele başlattı.

ERBAKAN’IN ATALARI SAİMBEYLİLİ

Yakın dönemin ünlü politikacısı Necmeddin Erbakan’ın dedeleri Osmanlı yönetimi tarafından 1865 yılında Saimbeyli’nin TÜLÜ köyünden İstanbul’a sürgün edilmişti.
-İstanbul’da Padişahın yakın desteğini alan Erbakan’ın dedesinin şöhreti de NAZIRZADE idi.
-Erbakan’ın babası Nazırzade şöhret ismini 1934 yılında 2Erbakan” olarak değiştirdi.
-Necmeddin Erbakan’ın kökenleri hakkındaki bilgileri 1990 yılında Saimbeylili Mehmet Baykal verdi.
                                                      ERBAKAN
                                         HAÇİN'DEKİ KALEKİLİSE

    Mehmet Baykal, tarihi  şehri orta yerinde yükseliveren bir tepe üzerindeki  Kalekilise yakınında   dalgın gözlerle bakarak “ Erbakan’ın ailesi de Haçinli’dir.  Haçin’in Tülü köyünden. Dedesi Nazir Efendi Kozanoğulları hükümetinin maliye işlerine bakardı. Un değirmenlerinin ve vergi gelirlerini tutardı Nazir Efendi.   Osmanlı Kozanoğullarını  sürgüne gönderdi 1865 yılında. Beraberinde Nazir Efendi de İstanbul’a sürgüne gitmişti İstanbul’a. Padişah Nazir Efendi’nin çocuklarının okumasına yardımcı olmuş. Erbakan’ın babası Sabri Bey, hukuk tahsili yapmış. Bir ara Haçin’e de geldi.  Görev yaptı. Savaş çıkmadan önce de buradan ayrılmıştı.  Nazirzade ailesinden Haçin savaşlarında şehit olanlar vardır” dedi.  Nazirzade ailesinden  Haçin savaşlarında hayatlarını kaybedenlerin  isimleri tespit edilenler :  Mahkeme Başkatibi Nazir Bey, eşi Nazmiye, oğlu Mevlüt,kayınvalidesi Hatice,kayınbiraderi Tahsin, Tahsin’in eşi Ayşe .

     Sayın Necmeddin Erbakan’ın Biyografisini araştırınca Nazırzade Sabri Bey’in oğlu olduğu ve Sinop’ta doğduğu hakkında bilgiler vardı.  Nazirzadeler ailesi Cumhuriyetin ilanı ve soy ismi kanunun çıkmasından sonra “Özbakan, Erbakan soy isimleri aldılar”.
      Necmeddin Erbakan’ın  kaynak gösterilerek  elde edilen ve  intenet ortamında da yayınlanan soy açıklamalarına göre :  “Necmeddin Erbakan Kozanoğulları soyundandır. 1800’lü yıların son döneminde Adana’nın Kozan ve Saimbeyli bölgelerinde asırlarca hüküm süren Kozanoğulları beyliğinden gelip İstanbul’a yerleşen ve Sultan Abdülhamit’e yakınlığı ile bilinen Hüseyin Bey’in torunudur. Dolayısıyla Necmeddin Erbakan, Türkiye’nin “Saraylılar” diye adlandırılan bir aileden geliyor. Baba tarafı 19.yüzyıl sonlarında Adana’nın Kozan ve Saimbeyli bölgelerinde hüküm süren Kozanoğullarından. Dedesi Kozanoğlu Hüseyin Bey,II. Abdülhamit döneminde saraya yakınlığı ile tanınan bir zattır. İşte Erbakan bu zatın oğlu Mehmet Sabri Bey’in oğludur”.
    Tarih araştırmacısı Mustafa Onar, Saimbeyli’nin Tülü köyünden olan Nazir Efendi’nin oğlu Hüseyin’in odunculuk yaptığını ve  Nazir, Yusuf Ziya, Mehmet Sabri adında üç oğlu olduğu hakkında bilgiler vererek kamu oyunda dilendirilen Erbakan ailesinin Kozanoğulları derebeylik yönetiminin maliye işler bakanı olması görüşlerine karşı çıkar. (3).   Erbakan’ın amcası Yusuf Ziya bey  tıp eğitimi almış ve doktor olmuştur. 1930’lu yılarda Adana devlet hastanesinde operatör olarak da çalmışmış, siyasetle de ilgilenmiş birisi olarak biliniyordu. Kardeş Nazir ve yakınları da ise Haçin savaşlarında şehit düşmüştür.  Diğer kardeş Mehmet Sabri de hukukçu olarak memleketin diğer yerlerinde çalışmıştır.  Adı geçen Mehmet Sabri  Cumhuriyet tarihimizin yakın dönem renkli siyasetçilerinden Necmeddin Erbakan’ın da babasıdır. Osmanlının son döneminde Haçin şehrinin bir dağ köyünden olan ve Nazirzadeler adını alan ailenin çocuklarının hukuk ve tıp alanında yüksek tahsil yaparak devlet  görevi almaları  zaman içinde Türkiye’nin siyasetinde yönlendirici olmalarını da sağlayan gelişmelere yol açmıştır.  Sayın Erbakan da konuşmalarında “Kozanoğulları ailesinden geldiği” hakkında açıklamalar yaparak yöre tarihi ile olan bağlantılarını kabul eder.

“KADİRLİ’NİN TARİHİ SEVGİSİ KİTABI” YAYINLANDI

                                                      KADİRLİ'NİN TARİH SEVGİSİ KİTABI
   

Kadirli’nin tarih ve kültürüne olan ilgi ve yıllar süren araştırmalardan elde edilen bilgi ve belgeler ışığında özellikle gençler için Kadirli Tarihinden ilginç konuları içine alan Kadirli Tarihine Sevgi kitabı hazırlandı ve yayın aşamasına getirildi.
    Kadirli’nin tarihi mirası, kent kültürü ve kimliğinin önemli kaynakları olan olaylar ile ilgili konular seçildi. Fotoğraf ve belgeleri bulundu.  Ve olayların hikayeleri yazıldı.  Kadirli Tarihine olan sevginin ilham kaynağı ise Osmanlı’nın son döneminde Adana Valiliği yapan Cemal Paşa’nın 1909 yılında Kadirliye gelmesi ve Sülemiş eteğinde tarihi Taş köprüyü yaptırmasıdır.  Taşköprü Kadirli tarihinin simgesi durumunda idi. 1954 yılında Savrun taştı ve köprünün 4 ayağı yıkıldı. Yapıldı ve 1961 yılında son kez yıkılarak tarihe karıştı.  Kadirli’de yaşayan ve 60 yaş üzerinde olan hemen nekresin belleğinde Tarihi köprünün görüntüsü canlanır.  Kadirli köprüsü ile ilgili olarak en güzel fotoğraflar Mehmet Karatopak’ın aile Arşivinde çıktı. Köprünün yıkıldığı 1954 yılı Nisan ayı içinde Sülemiş tepesi ve köprünün resimlerini çektiren Mehmet Karatopak, aynı zamanda Batı cephesine de gitmiş “Gazi” idi. Bahsi geçen fotoğrafları koruma altında bulunduran ailesinin belgeleri bana vermiş olması Kadirli Tarihine olan sevgi ve özlem duygularımı canlandırdı.  Kadirli’ye her gidişimde ve Savrun kıyısında yürüdüğümde tarihi Cemal Paşa’nın yaptırdığı TAŞKÖPRÜ’yü hayal ettim.

    BEHİCE BATUR’UN ŞİİRİ KULAKLARIMI ÇINLATMIŞTI

    Kadirli’de yaşanan çocukluk ve ilk eğitim yıllarında Cumhuriyet İlkokulu’nun yakınında Cihangirler mahallesinde bir konakta oturan Behice Batur ve kocası Süleyman Batur tarihi ve milli konulara duyarlı insanlar idi. Süleyman Batur, daktilo ile yazdığı aşiret ve aile hatıralarını bana teslim etmişti. Behice Batur, ne zaman yanına varsam babası Çoban kahyayı ve çetelerin Kadirli’ye giriş olayı anlatmış ve 1943 yılında yazdığı “Kadirli Çeteleri” Şiirini okumuştu.  İlkokul eğitimi esnasında Belediye7nin hoparlöründen Kadirli Çeteleri şiirini okuyan öğrencilerin haykırması yüreklerimizi  titretirdi.

    KUNDURACI ALİ’NİN FOTOĞRAFLARI

    Kadirli’li fotoğraf meraklısı “Kunduracı ali “ lakabı ile de tanınan Ali Mümtaz Sayman her zaman Katsal yaylasındaki evinde ziyaret ettiğim tarih sohbetleri yaptığım  bir insandı. Bana elinde bulunan şiir defterinden yazdıklarını okurdu. Kunduracı Ali’nin  ilk çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren fotoĞraf meraklısı olduğunu öğrendim. Albümünde 1940 ve 50’li yıllara ait siyah beyaz Kadirli şehir fotoğraflarını gördüğümde çok heyecanlandım.  Kunduracı Ali ailesi, rahmetli eşi ve çocukları Şinasi, Bülent, Levent ve diğerleri her zaman saygıda bulundular. Babalarından kalan bilgileri benimle paylaştılar.  Onların bu hareketleri karşısında çok duygulandım.
    Kadirli insanı atalarından devr aldığı tarihi değerlere her zaman sahiplenmiş, bu konularda araştırma yapan bilim adamları, tarihçiler, şairler ve sanatçılara sahip çıkmış, desteklemiştir. Sayın Dr. Hakkı  Sayman’ın  Üniversitede öğrenci iken tarih araştırma yaptığım yıllarda bana ne kadar destek verdiğini zhatırlar ve duygulanırım. Tayyıpzade ailesinden ve de benim İlkokul öğretmenim olan Osman Arıkan’ın Fransız işgalini sınıfta uygulamalı olarak anlatması belki de tarihçi olmamın ilk işaretleri idi.

    KADİRLİ’NİN TARİH SEVGİSİ  kitabını yazma çalışmaları bu duygular sonucu ortaya çıktı. Sel gider kum kalır derler ya! O kum, belki de yaşanan tarihten hatırlananlar ve yaşatılanlardır.

KADİRLİ ÇETELERİNİN “KUVAYI MİLLİYE” DESTANI

-Kadirli, Mart 1920 başlarında Fransız ve Ermenilerin Kozan’a çekilmesi ile birlikte serbest bölge oldu.
   -Osman Tufan ve Milli kuvvetler 27 Mart 1920 tarihinde Kadirli’ye giriş yaptılar.
    -Kadirli’nin düşman işgalinden kurtuluşu Çukurova ve Anadoluya’da örnek oldu.
                                          Kadirli'de çete bayramı

    Düşman işgali altında yaşamanın ne kadar zor olduğunu ancak o günleri görenler bilir.
Maraş şehir merkezindeki kalede Türk bayrağının indirilmesi ile başlayan savaş aylarca sürdü. Binlerce insan hayatın kaybetti. 12 Şubat 1920 günü Maraş şehrinden Fransızlar çekildi.
    Mustafa Kemal Paşa’nın Fransız işgali altındaki Kozan Sancağı ve onun bir parçası olan Kars kazasının düşman işgalinden kurtarılması için Andırın’a gönderdiği Osman Tufan Kesim köyüne geldi. Yaycıoğlu İbrahim Ağa’nın konağına yerleşti.  Ve Kuvayı milliye teşkilatını kurma çalışmalarına başladı. Yaycıoğlu İbrahim Ağa’nın damadı Evliya Efendi Maraş harbinde şehit düşmüştü.
    Mart 1920 tarihinin başlarında Kadirli’de önemli olaylar yaşandı. Bir yanda Kozan şehir merkezinde yaşayan Türklere karşı yapılan baskı ve zulümler dayanılmaz olmuştu. Kadirli’nin Andırın’a sınır olan yerlerinde Hamam,  Nürpet, Tahta, Bahadırlı’da karakolları olsa da bölge nüfusunun büyük çoğunluğu Türklerde idi.  Nürpet karakolundaki Türk asıllı jandarmalar ani bir hareketle Kuvayı milliye saflarına geçip Kesim köyüne Osman Tufan’ın yanına gidince geride kalan Ermeni silahlılar ve kumandan Tomukyan panik içinde kaldılar.
    Kadirli şehir merkezinde yaşayan Ermeniler Müftü Osman Nuri Efendi’yi ziyaret ederek “şehirde yaşamaları için güvence verilmesini” istediler. Müftü Osman Nuri  Efendi de:
“Kozan buraya yakın oradaki Türkler şehirden ayrılarak buraya Kars’a (Kadirli’ye) geliyor. Sizi de güvenlik içinde Kozan’a gönderelim. Ortalık bir hal olursa aramızdaki meseleleri çözeriz” dedi. Kadirli halkı Müftü’nün bu düşünücesine destek verdi. Çok sayıda  ata arabası bulunarak Kadirli Ermenileri Kozan’a taşında. Kozan’daki Türkler de Kadirli’ye geldi. Bu olaylar mart 1920’nin başlarında gerçekleşti.  Kozan’ın bir dağ kasabası olan Haçin’de kuvayı milliyeciler ile Fransızların desteklediği Ermeniler arasındaki savaş 7 mart 1920 tarihinde başlamıştı.
    Savaş görmüş Kadirli’nin insanları aradan geçen yıllar sonra 1943 yılında bir araya gelerek Ermenilerin Kadirli’den ayrılarak Kozan’a gitmesi olayının 7 Mart 1920 günü gerçekleştiğini kabul ederek o günü Kurtuluş bayramı olarak kabul ettiler.
    Mart 1920 tarihi içinde önemli gelişmeler oldu. Osman Tufan imzalı 5 Mart 1920 tarihli belgede milli kuvvetlerin Kars’a (Kadirli) giriş için hazırlık yapmaları istendi.
    Kadirli’de heyecanlı bir bekleyiş var. Osman Tufan 22 Mart 1920 günü Haruniye cephesinden “Kars’a hareket edeceği ancak zihnim rahat değildir” diyordu.

    MUSTAFA KEMAL PAŞA’DAN  GELEN HAREKET EMRİ

    Ankara’da Mustafa kemal Paşa imzalı  emir ile Kilikya olarak da isimlendirilen Adana’da Silifke’den Maraş sınırına varıncaya kadar her yerde toplu ileri hareket edilmesi emri geldi. Bu emir çerçevesinde Andırın kesim köyündeki kuvayı milliye çetelerinin Kadirli’ye doğru gitmesi gerekiyordu. Osman Tufan Hatıralar kitabında kendisine ileri hareket emrinin 26 Mart günü ulaştığını açıklıyor.

    Kuvayı milliye çeteleri 26 Mart günü Kesim köyünden hareket ederek Mehirli köyüne geldi. Çeteler Mehirli hocasının gösterdiği evlerde misafir kaldılar. Ve ertesi 27 mart günü sabah namazı vaktinde sayıları 500’ü aşan Kuvayı milliye çeteleri Söğütlüdere köyünden Kadirli’ye davul zurna eşliğinde ve en önde de bayrağı tutarak giriş yaptı.
    Kuvayı Milliye çetelerinin Kadirli’ye girişi heyecanlı oldu. Kadirli Müftüsü Osman Nuri Hoca ve şehrin ileri gelenleri, halk çeteleri karşıladı. Osman Tufan kendisini karşılayanlara “Asıl kuvvet sizdedir” diyerek halkın bütün imkanları ile Kuvayı milliye saflarında mücadele etmesi gerektiğini söylüyordu.
    Osman Tufan Rüştiye Mektebini karargah olarak kullandı. Kendirli’nin Konağı olarak bilinen tarihi binada çeteler barınmaya başladı. O sırada Kozan’dan gelenler de Kadirli’de idi. Milli Mücadelenin merkezi Kadirli olmuştu.

İNGİLİZLERE ESİR DÜŞEN SÜLEYMAN’A AŞIK OLAN İNGİLİZ HEMŞİRE

-Esir kampında tedavi gören Fekeli asker ve Süleyman’a aşık olan İngiliz hemşire Betty ile aralarında geçen ilginç olaylar
-Betty ile Süleyman evlendi. İngiltere’de fabrikaları olan zengin bir aileye damat oldu.
-Ancak Fransızların Adana’yı ve Kozan’ı işgal etmesi üzerine işler değişti
                                          Osmanlı askerinin cenazesi taşınıyor
                                          Filistin'de yaralı Osmanlı askerleri
.      Kumandan soruyordu:
    “-Neden, teslim olmadın,onca insanın ölümüne sebep oldun? Süleyman’ın cevabı ise:
    “- Kumandanımız bize sıkıya tenbih etti. Bizler vatanımız için kanımızın son damlasına kadar savaşmaya yemin etmiştik. Ben vatanım için mücadele ettim. Bundan da pişman değilim.
    Süleyman bir süre esir kampında tutuklu olarak kaldı. Askeri mahkemeye çıkarıldı. Benzer soruları İngiliz hakim de sordu. Süleyman aynı şekilde cevaplar verdi.  Olay esnasında Süleymanın da dahil olduğu askerler arasında bir düşman casusu vardı. Onun sayesinde İngilizler her şeyi önceden öğrenmişlerdi. İngiliz hakim de Süleyman’ın cesaretine hayran kaldı. Ve Süleyman ‘savaş esiri’ olarak limanda gemileri yükleme işinde çalıştırıldı. O biliyordu ki Süveyş Kanalından geçen her gemi Çanakkale’ye asker ve cephane götürüyordu. Yükleme esnasında vincin ucunu serbest bırakıyor, yüklemenin başarısız olmasını sağlıyordu.
     Süleyman’a düşman elinde esir kampında yaşamak kapana kıstırılmış bir fare gibi çekilmez sıkıntıların yaşanması idi. Çoğu günler çaresizlik içinde acılar çekti. Derdini içine attı. Ve hastalandı. Gözleri kararmış, terliyordu. Umutsuzluk, acılar… Daha da beteri memleketten haber alamamak onun iç in dayanılmaz sıkıntı idi. Hastahaneye kaldırıldı. Tedavi altına alındı. 
    O günlerde hastahaneye askeri tabib yüzbaşı olarak ‘Betty’ adındaki İngiliz subayı geliyordu. Sağlık hizmetlerini denetliyor, temizliğe, askerlere uygulanan tedavi yöntemlerine nezaret ediyor, emirler veriyordu. Süleyman’ın da yattığı odaya geldiğinde karşısında dalgın bakışları, pehlivan görünüşü, mavi gözleri ile yiğit bir delikanlı vardı. Elinde defter olduğu halde, Süleyman’ın kolunu tuttuğunda kalbinin titrediğini hissetti. Beklenmeyen duygular kapladı vücudunu. Ona dokunmak ve gözlerine bakmak bambaşkaydı. Süleyman’da kendisine karşı nezaket içinde bakan, ilaç yazan Betty’e karşı aynı duygular içindeydi. Görünüşte karşılıklı düşman olan ülkelerin yurttaşları idiler. Ama en nihayet insandılar. Kalbleri,birbirine karşı sıcak duyguların sevginin doğmasına engel değildi. Süleyman’ın odasından çıkarken bile gözlerini ayıramıyordu. Geriye dönüp tekrar tekrar baktı. Süleyman da bambaşka duygular içindeydi. Kalbinin heyecanlandığını hissetti. Betty’nin sarı saçları, yeşil gözleri, dalgın bakışları ve elini uzatırken ona dokunuşunu tekrar tekrar yaşamak istiyordu.
    Düşmanın esir kampında sıkıntılar içinde çaresizliği oynayan hastahaneye kaldırılan Süleyman, bambaşka bir insan oldu. Kısa zamanda iyileşti. Betty, sık sık hastahaneye geliyordu. Süleyman’a gönlünün sultanına karşı elinden gelen yardımı esirgemedi.
    Geçen günlerde Süleyman iyileşti. Onun esir kampına gitmesini istemiyordu Betty. Yanı başında bulunmasını büro hizmetlerinde çalışmasını istiyordu. Süleyman, kendisine verilen görevleri başarı ile yerine getirdi. Kısa zamanda Arapça ve İngilizceyi öğrendi. Kulaklarını tırmalayan hiç unutmadığı ilk sözler ‘ I Love you, Süleyman’ idi. Bu sözlerin ‘seni seviyorum’ anlamına gediğini kısa zamanda öğrendi.  Geçen yıllarda Süleyman ‘düşman elinde esir kampında’ yaşamasına rağmen gönül ferman dinlemiyor misali sevdiği kadınla bir arada, çok yakınında olmanın sonsuz mutluluğunu yaşadı. 1918 yılı Ekim ayının sonlarında Mondros Mütarekesi imzalanmış, esirlerin karşılıklı serbest bırakılması kararına varılmıştı. Betty, Süleyman’ın elini sımsıkı tuttu: ‘Süleyman, seninle İngiltere’ye gidelim. Orada mutlu bir yuvamız olur. Seninle hiç ayrılamayız. Ölünceye kadar beraber oluruz”. Süleyman,kalbinin sesini dinledi. ‘Ağzından çıkan ‘okey’ sözü ile teklifi kabul ettiğini açıkladı. Birlikte Londra’ya döndüler. Orada Süleyman’ı yeni bir hayat bekliyordu. Betty’nin babası zengin bir fabrikatör idi. Kızı Betty’nin isteklerini kıramadı. Damadına sahip çıktı. Onun şehri dolaşması için altına son model Rolly Royce marka bir araba verdi. Süleyman, sanki rüyada gibiydi. Mavi takım elbisesi, beyaz eldivenleri,papyon kravatı, yılan derisinden ayakkabısı, foter şapkası ile sanki bir İngiliz Lordu olmuştu. Yaşantısı ‘centilmen’ bir erkeğin görüntü idi. Sanat gösterilerini izliyor,gazeteleri okuyor, dünya havadislerini takip ediyordu. Ama kendi ülkesi Anadolu’da neler olduğu da onun en çok ilgi alanına giriyordu. 19l9 yılı içinde Anadolu’nun bir baştan bir başa düşman işgaline uğradığını öğrendiğinde kahroldu.

İNGİLİZ SÜLEYMAN

-          Bir Kozanlı savaş esirinin İngiliz kadını Betty ile  aşk hikayesi…
-          Fekeli Süleyman 1. Dünya savaşında Arabistan cephesine gitti.
-          Filistin cephesinde Osmanlı askerleri arasında kanal harekatına katıldı.
-          Düşmana saldırı esnasında esir düştü. Ve kumandanın karşısına çıkarıldı.

      Seferberliğin ilanı ile birlikte  evinden ve köyünden ayrılarak askerlik şubesine vardı. Askere gidiş belgesi olan ‘sülus’ evrakı düzenlendi. Eline yol harcırahları  da dahil torbasını verdiler. Ayağında şalvarı, başında püsküllü fesi,çizgili mintan gömleği ve deriden çarığa benzer ayakkabısı ile yola çıktı.  Omuzundaki yükün ağırlığına bakmadan geri dönüp tekrar tekrar baktı Feke’ye.

     Kendisi gibi asker arkadaşları ile birlikte yola koyuldu. Dağlar, vadileri aşarak bayır aşağı yürüyerek Sis (Kozan )şehrine vardılar. Oradan da saatler süren yolculuktan sonra ver elini Adana. Seyhan ırmağı kıyısında Adana, Taş köprüsü ile birlikte bir hoş görünüyordu. O günlerde parkların kıyısında ötüşen kumru seslerini dinleyerek yeniden yola koyuldular. Sırtlarındaki yükün altında bazen terleyerek bazen de yorularak yol alıyorlardı, katar katar, kafile kafile… Anadolu’dan Çukurova’dan asker akıyor gidiyordu… Suriye’ye Arabistan çöllerine doğru.  İskenderun, Belen geçitleri, Antakya ve daha sonra  günler süren yolculuktan sonra ver elini Halep şehri.  İhtişamlı bir kale eteğinde, çarşısı, sarayları, Arapça konuşan insanları ile bir başka alemdi. Kondular, göçtüler, bir kuş misali. Şam’a ulaştılar. Ondan da ötesi Kudüs, Yafa, el- Ariş ve Sina çölleri.  Yıl l9l4 idi. Adana’nın Kozan Sancağı, Feke kazasından Süleyman vatani görevini yapmak üzere, düşmanın elinde bulunan Süveyş kanalı kıyısında idi.  Başlarında bulunan Cemal Paşa, aynı zamanda yıllarca Adana Valiliği de yapmıştı.  Çöl sıcağı altında düşmana saldırı düzenleme, geri püskürtme, yakın dövüş, ölme veya öldürme olduğunu biliyordu görevinin.
    Matarasında bulunan su ve torbasındaki peksimet ile avuç içi kadar peynir ve bir miktar zeytin ile siperde düşmanla ölesiye savaşmak… Cemal Paşa’dan gelen emir üzerine kanal üzerinde seyyar köprülerin kurulması ve aniden karşı tarafa saldırı yapılarak düşmanın savunma hatlarının yarılması düşünülmüştü. Ama akla gelmeyen bir şey daha vardı. Düşman havada dolaştırdığı uçaklar ile Türk ordusunun  bulunduğu siperlerini, hareketliliği anında öğrenmişti. Casusları vasıtasıyla da olabilecek askeri saldırılardan da haberdar olmuştu. Daha da kötüsü, para düşkünü bedevi Arap kabileleri de düşmanla işbirliği halinde idi.

     Düşmanla savaşmadan önce kumandanları karşısına geçmiş, görevlerini hatırlatıyordu: ‘Arkadaşlar elinizde tuttuğunuz silahınız sizin namusunuzdur. Bayrağınız ve vatanınız için son kurşununuz kalıncaya kadar savaşacaksınız’.
     Gecenin sessizliği ile birlikte başlayan hareketlilik kısa sürede kanala doğru döşenen dubalar üzerindeki köprüden karşı tarafa doğru saldırıya dönüştü. Topçuların desteğinde Türk askerleri kanalı aşarak karşıda bulunan İngilizlerle çarpışıyordu. Ama beklenmeyen olaylar gelişti. Düşman, Türk askerlerinin yerinden kımıldamasını bile haber almıştı. Seyyar dekovil hatları döşeyerek kanalın karşı kıyısına asker yığmış, toplarını yerleştirmişti. Kısa zamanda başlayan çatışmalar esnasında seyyar köprüler birbiri peşi sıra çökmeye başladı. Feke’li Süleyman da saldıran askerler arasında idi. Yanında Tarsuslu arkadaşı Abdullah ile birlikte ölesiye savaşıyordu. Karşısına çıkan düşman askerlerine bıçağıyla, süngüsüyle karşı koyuyordu. Kanalın içinde başlayan boğuşmalar esnasında on kadar düşman askerini öldürmüştü. Yanına kadar yaklaşan düşman askerleri Süleyman’ın  üzerine balıkçı ağı attılar. Ve Süleyman kıskıvrak yakalandı. Kaçması da mümkün değildi. Ağa takılmış bir balık gibi kıyıya çekildi.
                                          Osmanlı askerleri Filistin cephesinde
                                          Askerlerin hücum anı

SON ERMENİ KRALI LEON V’İN MEZARI PARİSTEDİR

-Kilikya Ermeni kralı V. Leon, 1375 yılında Sis kalesinin kuşatılması sonucu teslim alındı. Ve Mısır’a gönderildi.
-Ömrünün geri kalanını Avrupa’da geçiren LeonV, Paris’te öldü. Ve onun için Krallar mezarlığında anıt mezar yaptılar.
-Lahit kapağında da kralın kabartma rölyef heykelini yerleştirdiler.

Saygıdeğer Dr. Nejat Yaycıoğlunun Kürkciyan kitabından çevirisidir

Aynı günün akşamında Işık-Temur’dan bir mektup geldi. Memluklu Sultanı şunu söylüyordu: “-Eğer Leon teslim olur, kaleyi teslim eder ve Müslümanlığı kabul ederse, Sultan kendisine büyük bir makam verecektir. Kendisine amirallik payesi verecek ve ülkesini restore edecektir”. Leon ise verdiği cevapta: “ Allahını inkar etmektense, ölmeyi tercih edeceğini bildirdi. Kuşatmanın kaldırılması ve mülkünün iadesi halinde daha evvel de yapmış olduğu gibi haraç vermeyi” teklif etti.

     Hainler Kralın Muhafızlarını Öldürüyor
     Bu ters cevap Müslümanların kumandanını kızdırdı. Bunun üzerine var güçleriyle hücuma geçtiler. Bu sırada içerideki casuslar, kralın yaralandığı haberini yaydılar. Kuşatma altında bulunanların ciddi bir müşkülatla karşı karşıya olduğunu söylediler. Kale içindeki erzak ve diğer gıda maddeleri tükenmek üzereydi.
     Kıbrıs Kralı Mathew Chiappe, Kral Konstantin III’ün dul karısı ile kısa süre önce evlenmişti. Kralın devrilmesini isteyen milliyetçiler onu devreye sokmak istediler. Çünkü Kıbrıs kralı akrabalık bağları kurmuş olmasına rağmen, her türlü ihaneti yapmaya hazırdı. Kralı öldürmeye bile taraftardı. Birkaç Frenk suç ortağı ile beraber , kraliyet dairelerinin bulunduğu bölümün içindeki mahzene girdi. Kralın muhafızlarını son ferdine varıncaya kadar öldürdüler. Kralın karısı ve çocukları zindanda gizlenmişlerdi. Kral Leon, bunların hayatından endişe duyuyordu. Ana kraliçe Mariam’ın odasında saklandı. Bütün asileri affedeceğini bildirdi. Bu teklif boşuna idi. Şiddetli bir boğuşma başladı. Krala sadık Ermeniler dört defa zindana girmeye uğraştılar. Fakat başarılı olamadılar.
 
    Kral Leon V Perişan durumda
     Bu sırada asiler, yeni krala hıyanet içinde  bulundular. Düşman askerlerini urgana bağlayarak zindanın içine sarkıttılar. Hebronlu papazın arkadaşı olan Jakobit Frer, zindanda mahpusların arasında bulunuyordu. Gizlice kaleyi ele geçirmek isteyen  Ermenilerin içeri girmesini sağladı. Diğer suikast tertipçileri, halkı kral aleyhine döndürmeye başladılar. Kaleyi düşmanlara teslim etmeye kararlı idiler. Kalabalığın surların iç yüzüne girmesine imkan sağladılar. Leon ise yaralı yatağında yatıyordu. Ve yanında yalnız karısı v çocukları vardı. Ve bir de sadık şövalye Sohier Doulcart  vardı. Birkaç asker hala zindanı korumaya çalışıyordu. Artık daha fazla karşı koymanın  bir faydası olmayacağını düşünen kral, düşman karargahına elçi gönderdi.
     Muharasayı yöneten Memluklu ordusunun kumandanı Işık-Temur’dan kendisine dokunulmayacağına dair yazılı belge alan son Kilikya Ermeni Kralı Leon V, güç bela yatağından doğruldu. Başındaki yaraları sargılı id. Kuleden aşağı indi. Eşi ve çocukları da kendisini takip ettiler. Yanı başında muhafızları vardı. 13 Nisan 1375’de Ermenistan topraklarına ayak bastıktan on ay sonra  teslim oldu. Ve böylece Kilikya Ermeni Krallığı tarihe karıştı.

Kaynak:
1.Vahag Kürkciyan, “Kozan’ın Fethi v Son Kral Leon’un Hikayesi”, çeviren Dr.Y. Necat Yaycıoğlu, Vahag Kürkçiyan’ın eserinden, Kozan Sevdası dergisi, sayı-5, Ağustos-2008, s. 24-27

SİS ERMENİLERİ KENDİ KRALLARINA İHANET ETTİ!

   -Kilikya bölgesinin soan Ermeni kralı V. Leon’un tahta oturmasından kısa süre sonra Mısır’dan gelen memluk Türk ordusu şehri kuşattı.
   -Kral V. Leon, kendisini korumak üzere sarp ve engebeli yerdeki Kale’ye çekildi.
   -Sis şehir merkezindeki Ermeniler, kendilerini savunacakları yerde teslim olmayı düşündüler
   
                                          Ermeni kral ailesi
                                         Ermeni kraliyet sarayının son kalıntıları-Kozan
  Baron Oşin’in oğlu Aşot ve Konstantin III’ün karısının kardeşi Kahire’de mülteci olarak bulunmaktadır. Kraliyet tacını giymek Aşot’un hakkı olduğunu iddia etmektedirler. Aşot’un Memluklu ordusunun başında Sis’e gelmesini , Ermeni mülkünü devralmasını önerenler vardır. Bu görüşü fikir adamı Papaz Cahen Dardel ileri sürmüştür. Ancak bu konuda bütün araştırıcılar hem fikir değildir.

     Sis’te Krala İhanet
     Memlukluların bir kolu olan Türkmenlerin başkanlarından Ebubekir, Kahire’de Melik Eşref Şaban’dan Ermenileri şehri kuşatarak aç bırakmak kıtlık husule getirmek için emir alır. Başkentin içinde Leon’un düşmanları vardır ve gayet gizli yer altı çalışmaları yaparak şehrin Memluklulara teslim edilmesini istemektedirler. Kral halkı kaleye ve şehrin yukarı kısmına toplayarak, bu ihanetten halkını haberdar eder. Halkından bu tehlike karşısında uyanık durmalarını ve hainleri ihbar etmelerini ister.
     Şehrin ve kalenin çok iyi tahkim edilmiş olduğunu anlar. Şehrin alt kısımlarının uzun süre dayanamayacağını söyler. Fakat kale surlarının çevrelediği  alanın oldukça geniş olduğunu bütün şehir halkını içine alabileceğini, kraliyet sarayının duvarlarının çok kalın olduğunu ve halkın da yeterli şekilde savunulabileceğini anlatarak onlara cesaret ve güven verir.  Dardel’in anlattıklarına göre St. Sophia kilisesi de korunabilecek alanın içindedir.  Çok sarp ve intizamsız kayalar üzerine inşa edilmiş olduğu için surlar ve kale  duvarları intizamsızdır. Ve her yerde aynı yükseklikte değildir.  Bu düzensizlikler kalenin tabi olarak üç bölüme ayrılmasına neden olmuştur. Her bölümünün yanı başında dayanıklı surların her iki uçlarında kuleler ve tabyalar bulunmaktadır. Yer altı mahzenler  ve sığınaklar vardır.  Bunlar yer altı tünelleri ile birbirlerine bağlıdır.  Güneyde zindanın  bulunduğu yer ise, daha mükemmel tahkim edilmiştir. Bu sebeple daha korunaklıdır.

     Başkentin alt Kısımları İşgal ve Yağma Ediliyor
     15 Ocak 1375’de Ebubekir, 10.000 askeri ile şehrin alt kısımlarını işgal etti. Yağma edilmesine izin verildi. Şehrin yukarı kısmına ve kaleye giremediler. Halkın Latinlere karşı olan bölümü şehrin Memluklulara teslimiyetini uygun buluyordu. Böyle yapılırsa kendileri daha huzurlu olabileceklerdi. Bunu isteyenlerden birisi de Katholikos’un kendisi idi. Müslüman bir Hükümdarın daha fazla adalet ve huzur getirebileceğine inanıyordu.

     Şehrin Üst Kısımları Boşaltılıyor
     Vatan hainlerinin ileri sürdükleri fikir doğrultusunda Halep Valisi Seyfettin Işık-Temur, şehri kuşatan Türkmenlere destek vermek üzere 15.000 asker gönderdi. 24 Şubat günü Memluklular Sis kalesinin surlarına doğru ilerlemeye başladı. 30.000’den fazla düşman askeri kaleyi kuşattı. Leon, şehrin yaşlılarını ve kumandanları topladı.Hristiyanlık dinine  sadık kalacaklarına ve Hz. İsa’nın uğrunda can vermeye hazır olduklarına dair İncil üzerine el basarak hep beraber yemin ettiler.

     Kral Yaralanıyor
     Ertesi gün Türkler saldırıya geçti. Sarp kayaların üzerine oturtulmuş olan kaleye yaklaşabilecek en uygun yer  kalenin doğudaki büyük giriş kapısı önündeki kayalık düzlük idi. Kale içindekiler güçlü bir savunma yaptılar. Kralın elinde zemberekli bir yay vardı. Bir metal parçası (muhtemelen bir ok veya mızrak başı)çenesine çarptı. Çenesi kırıldı. Üç tane de dişi döküldü. Yarasının sarılması için çarpışma sahasının gerisine  çekildi. Bu esnada savunmadakiler hayli hırpalanmış idiler ve geri çekilmekteydiler

Bu araştırma Kürkciyan tarafından gerçekleştirilmiş, yayınlanmış ve Türkçeye de Dr. Nejat Yaycıoğlu tarafından çevrilmiştir.

SON ERMENİ KRALI LEON’UN HİKAYESİ

-          Kilikya Emeni Krallığı tarihnde son kral 5. Leon’un kral olması, Sis şehrini Memluklulara ve Türkmenlere karşı savunması, kendi soydaşlarının ihaneti ve teslim olması ile ilgili tarihi bilgileri derleyen Ermeni tarihçi Kürkçiyan’ın araştırma yazısını Türkçeye çeviren saygıdeğer Dr. Nejat Yaycıoğlu’nun  yayınını sunuyorum: (1)

                                           Sis şehri 19. yüzyıl
                                         Son ermeni kralı V. Leon

 Kilikya Ermeni Krallığı’nda (1080-1375) ismi Leon olan 6 kral vardır. Ancak ilk Leon kral değildir. Bir barondur. O nedenle ona kral olarak numara verilmemiştir. Sıra numarası verilen beş Leon vardır. Zabel’in en küçük torununun isme de Leon’dur. Kıbrıs’ta oturmaktadır. Evlidir iki çocuğu vardır.
     1374 yılında Roma’da papalığın Ermenistan’ın başkenti Sis’te Katolikosluğun ve merkezdeki asilzadelerin onayı ile Levon V olarak Kilikya Ermenistanına kral olması kararlaştırılmıştır. Önce karısını ve çocuklarını Korikos (Kız kalesi) kalesinin sahilindeki kral bölümüne gönderir.
     Kıbrıs, Korikos (Kız kalesi), Ayas, Anavarza, Tarsus ve Sis’te (Kozan) kendisinin kral olmasını istemeyen ve Cenevizliler ile Venediklililer hatta bazı Ermeniler vardır. Bu nedenle gizli hareket etmesi gerektiğinden, gece karanlığında Kıbrıs’ı terk eder.Ve Korikos’a ve Tarsus’a uğramadan, Seyhan nehrinin Akdeniz’e döküldüğü noktaya gelir.25 atlı  kendini orada beklemektedirler. Mahiyetinde ok ve yay taşıyan yardımcıları ve muhafızları vardır. İki gece iki gündüz ara vermeden yollarına devam ederler. Ve Sis (Kozan) şehrine üç mil mesafede mola verirler. Ve şehre yaklaştıklarını bildirmek üzere başkente haberci gönderirler. Katholikos ve diğer papazlar ve başkentin asilzadeleri krallarını karşılamak üzere davul zurna eşliğinde karşılamaya gelirler. Yerli halktan birçokları elerinde meşalelerle gelmişlerdir.
     Başkentte kilise çanları çalmaya başlar. Yeni krala taç giydirilecektir. Ancak bu olay kralın cenaze merasiminin de habercisi gibidir.  Kralı karşılamaya gelenlerden bazıları, bir isyan çıkacağından ve kraliyet mensuplarından bir çok kişinin öldürüleceğinden ve şehrin Müslümanlara teslim edileceğinden kuşku duymaktadırlar.
     Dört gün sonra 150 atlı ana kraliçeyi ve kralın iki çocuğunu Korikos’tan Anavarza’ya ve oradan da Kilikya Ermeni Krallığının başkenti Sis’e getirirler. Kraliyet sarayına geldiği zaman kral hazinenin tamtakır olduğunu görür. Sorumlu kişiler Mariam ve Basil olup, saray erkanındandır. Ağır ceza almaları gerekir. Fakat, olay kralın aç giyme merasimine denk geldiği için, Leon sorumluları affeder.
     Taç giyme merasimi için hazırlıklar yapılır. Yeni kral Leon bir Katolik papaz tarafından kutsanmak istemektedir. Ama merasimde değişiklik yapılır. Ve bu mümkün olmaz. Çünkü halkın tamamına yakını Gregoryen mezhebine mensuptur. 14 Eylül 1374 de taç giyme merasimi iki ayrı yerde yapılır. Birisi başkentte yani Sis’te St.Sophia kilisesinde yapılır. Katholikos Boghos (Paul) krala tacını giydirir. Ve kutsamasını dualar okuyarak tamamlar. Ayrıca Kraliçe Margeret’e  ve Magosa kraliçesine de aynı şekilde aç giydirilir.İkinci taç giyme töreni de Katolik mezhebine uygun şekilde Narbone Başpapazı tarafından tekrarlanır. Yerli halkın bir bölümü iki defa taç giyme merasimi yapılmasına tepki gösterirler.
     Çukurova’da Sis ve Anavarza’dan başka bütün kaleler ve şehirler Memluk Emiri Eşref Şaban’ın birlikleri tarafından işgal edilmiştir. Ayrıca iki Türkmen kumandanının Davut Bey ve Ebubekir’in de her birinin 11.000 askeri vardır. Bunlar da Kilikya Ermeni Krallığı’nın başkenti olan Sis şehrinin çevresini kuşatmışlardır.  Başkent tehdit altındadır. Levon V çok nazik bir zamanda kral seçilmiştir. Türkmenler normal düşman gibi hareket etmemektedirler. Krala karşı olan Ermenilerle gizli gizli işbirliği yapmaktadırlar. Taç giyme  töreni dolayısıyla Davut Bey Krala hediyeler göndermiştir. Çiçeği burnunda yeni kral Leon’da mukabelede bulunmayı ihmal etmemiştir.  Selçuklularla yapılmış olan eski anlaşma yenilenir. Fakat Selçuklulardan bir takım kimseler tatmin olmazlar, aralarında anlaşmazlık çıkar.
     Kozan kalesi üç ay süre ile Türkmenler tarafından kuşatılır. Krala ve tebasına destek olan  yaycı ve okçu Frenkler durumu kurtarırlar. Yeni kral Selçuklularla yapılmış olan eski anlaşmanın yenilenmesine razı olmak mecburiyetinde kalır. Yeni kalın yıllık vergilerini vermeyi kabul etmesinden sonra şehre yiyecek ve erzak temin etmek mümkün olur.

GASTON MİZRAHİ’NİN ADANA FOTOĞRAFLARI

-Gaston Mizrahi, Adanalı ve Yahudi cemaatına bağlı bir insandı.
   -Fotoğraf çekme merakı ve baskı atelyesi vardı. Avrupa’dan getirdiği körüklü makine ile fotoğraflar çekiyordu.
   -Mizrahi, Fransızların Adanayı işgallerini görüntüleyen çok sayıda fotoğraf baskısını gerçekleştirdi.,
    -Mizrahi’nin körüklü makinesi şimdi Altınkoza kültür merkezi müzesinde sergilenmektedir.
                                          İşgal günlerinde Adana şehri
                                          Adana Valilik konağı
                                                        Bahri Paşa çeşmesi
    Gaston Mizrahi Adana’nın önde gelen Yahudi asıllı ailelerinden idi. 19. yüzyıl sonlarına doğru Adana’ye yerleşmiş bulunan Yahudi cemaatının da en saygın insanları arasında idi.
Gaston Mizrahiyi tarihin gündeminde isminin sık sık anılmasının kaynağı ise özellikle Fransız işgal döneminde bol miktarda Adana kent fotoğrafının üzerinde kendi ismi ve kaşe-damgasının bulunmasıdır.
    AFAD’ın tarihi fotoğraflar toplayıcısı saygıdeğer Mehmet Baltacı ile olan görüşmelerimizde sık sık Gaston Mizrahi konusunu konuşurduk. Sayın Baltacı elde ettiği bilgiler ışığında Gaston Mizrahi’nin adı geçen bol miktarda fotoğraf bulunmasının sebebini onun bütün fotoğrafları bizzat kendisinin çekmesinden ziyade o dönemde şehir merkezinde fotoğraf baskı atelyesinin bulunmasına bağlardı. Adana’nın işgaline katılan Fransız subay ve askerler ellerinde bulunan fotoğraf makineleri ile şehir ve yaşantı hakkındaki çekimlerini Mizrahi’nin atelyesine getiriyor ve orada da baskısını yaptırıyorlardı. Mizrahi, baskı yaptığı fotoğrafların üzerine Fransızca bir cümle yazıyor ve adını da yerleştiriyordu. O günlerde yazı dili aynı zamanda Osmanlıca olduğu için bir kısım fotoğraflar üzerinde el yazısı ile Osmanlıca bilgiler de yer alıyordu.

FRANSIZ KUMANDANIN ADANA İSTASYONUNA GELİŞİ

Mizrahi baskılı fotoğraflar içinde belki de tarihe not düşmesi açısından en önemli olanları içinde Fransız General Guro’nun 1919 yılı içinde Adana şehir merkezine gelişi ve karşılama töreni ile ilgili olanıdır., General Guro’nun tren istasyonu önünde ve ayakta gösteren fotoğraf karesinde arkasında diğer kumandanlar ve beyaz şalvarı ve  yerel giysisi ile bir Afrikalı Müslüman kabile reisinin de bulunmasıdır.  Görüntüde yer alan Afrikalı, muhtemelen yüzyıllarca Osmanlıya bağlı kalmış Fas, Cezayir, Moritanya yöresinden gelen birisi olabilir.
    Mizrahi’nin fotoğraf albümü içinde Adana şehir merkezinden Seyhan nehri kıyısından da görüntüler bulunuyor. Ve bu fotoğraflar sayesinde Adana’nın o dönemdeki kent mimarisi hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Taşköprü’nün Abidinpaşa caddesine açılan Kalekapısı semtindeki Hükümet binaları ve evler …Seyhan nehri kıyısında Tepebağ eteklerindeki görüntüler ed fotoğrafa yansımış.
    Tarih meraklıları ve adananın görsel fotoğraflarını derleyenler bir şekilde Gaston Mizrahinin ismi bulunan belgeler ile karşılaşırlar.  Mizrahi’nin Adana sevdalısı olduğu ve ömrünü bu şehirde geçirdiğini söyleyebiliriz. Onun ölümünden sonra çocukları fotoğrafçılık mesleğini yakın zamana kadar Adana’da sürdürdüler.
   Bir gün yolunuz Taşköprü yakınındaki tarihi Kız lisesi binasının bulunduğu Altınkoza’ya merkezlik eden yere varırsanız orada bir odada Gaston Mizrahinin körüklü fotoğraf makinesi ile karşılaşacaksınız.  Ayakta çekilen fotoğrafların görüntüsü bir cam üzerine yansıtılıyor ve oradan da baskıya veriliyordu.
    Gastıon Mizrahi, ölümünden sonra bile bugün ve gelecekte özellikle Fransızların Adanayı işgal günlerinde çektiği  veya baskısını yaptığı fotoğraflar ile saygıyla anılacaktır.