3 Haziran 2011 Cuma

KOZAN’DA İŞGAL GÜNLERİNİ YAŞAYANLARIN HATIRALARINDAN

-Behçet Göçük, Kozan işgali esnasında yaşananları açıkladı ve Fırınlarda öldürülen Türkler olayını aydınlattı.
-1990 yılında Tarihci Yurtsever, Emin Kurdoğlu ve Halil Altıparmak’ın bilgilerini kaydetti. İşgal günlerinde Kozanlıların çektiği acılar sonradan kitaplaştırıldı.


     Mutasarrıf İhsan bey her gün Rıza efendi ile Hamdi beyi yanına alarak hükümete gidiyordu. 18 Nisan 1336 günü sabahı ben de istenilen tohum­luk susamı teslim etmek üzere bu arkadaşla beraber çıktık. Onlar hükümete gittiler. Ben de susam ambarına gittim.
Kozan'ın yerli Ermenilerden bir kaç kişi teslim alacakları susam için boş çuval ve yük hayvanı getirmişlerdi. Tohumluk susamın yarıya yakın kısmını teslim etmişken, Adana'dan gelmiş olan Ermenilerden üç beş kişi, bana saldırdılar. Öldürmek istiyorlardı. Fabrikatör Yunanlı Havaca Yanni'nin madaması yaygarayı koyuverdi. Yerli Ermenilerin silahlı birkaç delikanlının muhafazaları altında beni, Müslüman mahallesine getirdiler. Bu günlerde bir daha dışarı çıkmamaklığım için sıkı sıkı tenbihlerde bulundular. Bende Hamdi ve Rıza beylerle kalmakta olduğumuz muhtar Hacı Abdurrahman Efendinin evine geldim. Arkadaşlarımı bekle­meye başladım.
Öğle vakti olmuş bir saatten fazla bir zaman geçmişti. Her gün birlik­te yemek yediğimiz Hamdi ve Rıza beylerin gecikmeleri Hacı Abdurrahman efendi ile beni merakla düşürmüştü.
Tam o sırada bahçe kapısının vurulduğunu duydum. Hapsedilen Yeğenoğlu Mehmet efendinin kapısında nöbetçi Fransız askeri bulun­duğu için, bulunduğumuz evin cümle kapısından gelememişlerdi. Kapıyı çalanlar Körekenli Ahmet efendi ile telgraf müdürü Hacı Tevfik efen­dinin oğlu Cemal efendi idiler. Muhasebeci Hamdi bey ile tahrikat müdürü Rıza efendinin gelip gelmediğini sordular. Gelmemiş olduklarını gecikmelerinden meraklandığımızı söyleyince, kendilerinin oturmakta oldukları Hacı Hasan Ağa'nın evinden ve bu sokağa bakan kafesli penceresinden, kafes arkasından çarşıyı gözetlerken, pazar yerinde kala­balık bir halde bulunan Ermenilerden sekiz on kişinin Hamdi beyle Rıza efendiyi ite kaka pazar yerindeki fırına soktuklarını görmüş olduklarını söylediler. Bitişiğimizdeki bir evde oturan Mutasarrıf İhsan Bey'e de bu hususta malûmat vermemi istediler.
İhsan Beyin, Hamdi ve Rıza beylerle beraber bulunduğunu, evinde olamayacağını anlattım. Biz hadiseyi görür görmez, oradan geçen Tunuslu askerleri durdurduk. Kadı Hacı Hasan efendi, Şihali efendizade Hüseyin efendinin yarım Arapçası ile Tunuslu askerlere, iki Müslümanın fırında öldürüldüklerini söyledik. Askerler de orada devriye gezmeye başladıklarından, o sırada Mutasarrıf ihsan Beyin serbestçe geçmiş olacağını ve şimdi evinde bulunacağım ifade ettiler.

Hakikaten îhsan Bey evine gelmişti. Hadiseyi anlattık. Verdiği karar üzerine yanımızda bir evde oturan, hapishanede vazifeli jandarma çavuşu Ömer çavuşu çağırdık. Hapishaneye gitmeden evvel doğruca Tayyarda'nın makamına gitmesini makamında bulunuyorsa kendisine, yerinde yoksa muavini olan Mösyö Süpiye, Muhasebeci ile Tahrirat Müdürünün, evlerine gelmemiş olduklarını, bunları arattırmasını rica ettiğimizi telefonla Tayyarda'ya söylesin diye, sıkı sıkı tembih ettik.

Ömer Çavuş büyük tehlikeler atlattıktan sonra gidebilmiş olacak ki yarım saat sonra Mösyö Supi hemen geldi, îhsan bey meseleyi anlattı. M. Süpi hem pazar yerini ve fırını gören pencereli çıkmayı yerinde görmek, hem de Tayyarda'yı haberdar etmek üzere gitti. Çıkartmalı pencereyi tetkik ettikten sonra giderken, pazar yerinde olan Ermenileri dağıttırmış ve oraya iki de nöbetçi Fransız askeri koymuştu.

Aradan bir saat kadar geçtikten sonra, mösyö Tayyarda ve muavini Süpi beraber geldiler. Birlikte îhsan Bey'e gittik. İktiza eden izahatı aldıktan sonra, muhasebeciyi bulamadığını yalnız tahrirat müdürünü ölü olarak elde ettiğini ilave etti. Çok müteessir bir hale gelen îhsan Bey ölüyü göstermek üzere beraberinde alıp götürdü, benim evimde kalmamı münasip gördüler. "Lâzım olursa haber göndeririz." talimatını verdiler.

Az sonra gelen bir jandarma, îhsan Bey'le Tayyarda'nın beni istediklerini söyledi. Vardığımda içeride bir ölü vardı. "Bu, tahrirat müdürü Rıza efendi midir? dediler, ihsan Bey'in, bu ölünün Rıza Efendi olmadığını söylemesi üzerine beni çağırmışlar.

Köşe başındaki fırın duvarının delinmesi suretiyle, Darendeli Hacı Emin tarafından işletilen mahsaraya geçiliyordu. O delikten geçtikten sonra mahsara beygirinin bağlandığı yerde ve samanlar içine gömülmüş bir cenaze buldum. Yüzü, gözü, saçları samanla dolmuş sakallı bir adamın ölüsü ile karşılaştım. Samanlarını temizledikten sonra bunun, emekli yüzbaşı Hacı Mehmet efendi olduğunu söyledim. Bu zat, kendisinin mülkü olan bu fırının müstecirinden, kira bedeli istemiye gideceğini, harçlığının kalmadığını, sabah bana söylemişti. Ölüyü gerek ihsan bey ve gerek Tayyarda tanımıyorlardı. Bir ay kadar önce guvernörlük dairesinde yüzbaşı olarak çalışan Şeref Beyin babası olduğunu anlattım. Böylece tanımış oldular.

Başka yerlerde Hamdi Beyle, Rıza Efendiyi söyleyerek, İhsan Bey'le beni evlerimize muhafızlarla yolladılar.

HAMDİ VE ALİ RIZA BEY'LER KUCAK KUCAĞA AYNI MEZARA KONDULAR

Bir saat sonra gelen bir jandarma, yine ihsan Bey'le beni istediklerini bildirdi. Bu defa pazar yerindeki büyük fırından, yine delinmiş olan bir delikten, arkada bulunan Mısırlı Hacı Mehmet Efendinin kaymakam Cemil bey'in babası evine geçtik. Orada birer çuval içerisinde iki insan cesedi bulunuyordu. Muhasebeci Hamdi bey'le Tahrirat müdürü Rıza Efendiye ait bulunan bu iki cesedin boyunlarında telefon kordonu ile boğulduklarını gösterir ince birer siyahlık, göğüslerinde ve kulaklarının altında süngü yaralan vardı. Burunları kesilmişti. Üzerlerindeki elbiseleri soyulmuş olduğundan yalnız iç çamaşırları ile yatıyorlardı.
Vakit akşam oluyordu. Bu üç şehidi, sabaha kadar kalmak üzere, ara­balarla müftü Osman Efendinin arkadaşları ile birlikte oturduğu, Sehlikzade Hasan Efendinin evine pek yakın olan, Memleket Hastanesine gönderdik.

Ertesi 19 Nisan 1336 günü de, cenazeleri hastaneden, müftünün bulunduğu yere getirdik. Yıkadık, kefenledik cenaze namazlarını kıldık ve arabalara yükleyerek mezarlığa götürdük. Üç mezar açılmasını tembih ettiğimiz halde kabristana vardığımızda açılmış mezarın iki adet olduğunu gördük...

Yeniden mezar kazdırmak zamana bağlı ve külfetli olacağından, vücudu oldukça dolgun bulunan yüzbaşı Hacı Mehmet efendiyi tek olarak mezarlardan birisine koyduk. Yapıları itibariyle ince ve zayıf olan Hamdi bey ile Rıza efendiyi de kucak kucağa olarak , diğer bir mezara indirdik.

Hiç yorum yok: