4 Haziran 2011 Cumartesi

ATATÜRK'ÜN ERMENİLERE ÇAĞRISI

Ermenilere soykırım yapıldığını savunan çevrelerin son zamanlarda hedef aldığı tarihi şahsiyet Mustafa Kemal Atatürk oldu. 1915 yılında yaşanan olayların 1923 yılına kadar sürdüğü ve bu zaman zarfında Atatürk’ün de Ermenilere karşı katliamları yönettiği görüşleri ileri sürülerek çirkin suçlamalarda bulunuluyor.
     Oysa Atatürk, düşman işgaline uğramış bir ülkenin kurtuluş savaşını yöneten bir önderdir.Yaşanan bütün acıların içinde  Türk milleti vardır.  Atatürk’ün Amasya Genelgesinde açıkladığı üzere “ vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlike altındadır. Milletin bağımsızlığını ancak milletin azim ve kararı kurtaracaktır”. Olaylar içinde fazla ayrıntılara girmeden Atatürk’ün içinde yer aldığı tarihi olaylardan örnekler vermek istiyorum.
 
     Mustafa Kemal, Kozan yöresinde yaşanan acı olaylarla ilgili olarak 31 Mart 1920 tarihli protesto notasını İtalyan Haber ajansı kanalıyla dünya kamuoyuna duyurdu.  Bahsi geçen protesto metninde açıklanan görüşler:
     “ Adana’nın umum durumu günden güne fenalaşıyor. Fransızlar Maraş ve Urfa’da yaptıklarını aynen Adana’da da tatbik ederek Ermenileri silahlandırıyorlar. Bunlar İslam ahaliye saldırıyor, Kozan civarında İslam ahaliden toplanan silahlar ve hayvanlar mütecaviz Ermenilere veriliyor. Kozan civarında Hamam, Kurdoğlu çiftliği, Topaloğlu çiftliği, Çolak hasan, Yassıçalı, Mehmet Ağa ve Kabasakal köyleri Ermeni jandarmalar ve gönüllüleri tarafından tamamen tahrip edilmiştir. Bu köylerden firar ederek kurtulabilen ahaliden bin yedi yüz elli nüfus Ceyhan ve beş yüz nüfusu Karsantı taraflarına hicret etmişlerdir. ..     Kilikya(Adana) civarındaki işgal bölgesinde Fransızların ihdas eylediği vaziyet Türkler ve Ermeniler arasında karşılıklı bir intikam hissi beslemek ve bunun neticesinde de işgalin kaldırılması halinde yöre ahalisinin birbirini boğazlıyacağını dünyaya ilan ederek amaçlarına varmaktır”.     Adana’nın Yakıldığı Günlerde… 
     Haziran 1920 ayı başlarında Adana şehir merkezine Kozan yöresinden çok sayıda Ermeni geldi.  Şehir merkezindeki çadır kamplarda yaşamaya başladılar.Kızgın ve saldırgan durumdaki Ermenilerin  kan dökeceği bekleniyordu.  Şehir merkezindeki Türk mahallelerindeki evler ateşe verildi. Bomba ve kurşun sesleri ortalığı inletti. Can  güvenliği kalmayan Türkler şehirden ayrılmaya “kaç kaça gitmeye”başladılar.  Tarsus yolu üzerindeki köylere kaçmaya çalışanların önü Ermeni Bezdikyanlara ait Kahyaoğlu çiftliğinde çevrildi.  Kimlik araması yapma bahanesiyle çiftlik kapısından içeri alınanlar çok zor durumda kaldılar.  Giriş kapısı arkalarından kapandı.  Erkeklerin elleri arkalarından  at arabalarına bağlandı. Kadınlar ve kızlarn,. Çocuklar ise çiftliğin taş binası içinde alındı. Aynı binanın az ilerisinde kadın bağırmaları ortalığı inletiyordu. Olayın görgü ve duygu tanıklarının ifadesine göre tecavüze uğrayan kadınlar kendilerini koruyabilmek için çırpınıyordu.  Hacbozanlar ailesinden Zeliha adında 16 yaşı içindeki genç bir Türk kızının kucağında küçük bir bebek vardı. Yanına yaklaşan Ermeni kılıçla bebeğin kafasını gövdesinden ayırdı. Zeliha yaşanan olaya dayanamadı. Yere düştü ve bayıldı. Yanına kadar gelen Ermeni “Kamavor” (silahlı komitacı) süngüyü baygın haldeki Zeliha’nın gövdesine batırdı. Zeliha omuz yöresinden darbe almıştı ama baygın haliyle acıları hissetmedi bile.11 Haziran günü öğleden sonra Ermeni komitacılarının silahlarından çıkan kurşun ve bomba sesleri ortalığı çınlattı.  İnsanların “imdat” sesleri duvarlarda yankılandı.  Ortalık kan gölüne dönmüştü. Sonra silah ve insan sesleri kesildi. 10 yaşının içindeki Abdurrahman adındaki çocuk saklandığı samanlık odasının kapı arkasından çıktı. Cesetler ve ağlayan inleyen insanlar arasından yürüyerek çevre duvarının üzerine çıktı ve bağırdı “Ümmeti Müslüman yetişin! Gavurlar bizi kırdı, kurtarın!” Yakındaki köylüler geldiler olay yerine kağnı arabaları ile. Cesetler taşındı yakındaki Dikili köyüne. Çukurlar açıldı, kadınlar çocuklar ve diğer insanların cesetleri üst üste kondu ve üzerlerine toprak atıldı. Olay esnasında Müzeyyen adında genç bir kızı da ağır yaralı bir halde kurtuldu. Yakınlardaki Karahan köyündeki hastaneye kaldırıldı. Baygın ve konuşamıyacak bir haldeydi. Refik bey adındaki Türk doktoru Müzeyyeni tedavi etti.
Müzeyyen sayıklayarak “Namusum, Ah namusum!” diyordu. O anı izleyen kuvayı milliyeci gazeteci öğretmen Ferit Celal Bey defterini çıkardı. Ve tanık olduğu  Müzeyyen ile Dr. Refik Bey arasında geçen konuşmaları not aldı. “ Müzeyyen, çiftliğin bir odasına kapatılmış. Üzerindeki bilezik ve küpeler alındıktan sonra şalvarı aşağı çözülerek babasının gözü önünde tecavüze uğramıştı. Yaşanan olaylar dayanılacak gibi değildi. Cinayeti işleyen “Kamavor” adı verilen katiller yakınlarda bulunan tren istasyonuna giderek kaybolmuşlardı.  Olayın duyulmasından sonra TBMM Reisi Gazi Mustafa Kemal, Fransız Kumandan General GURO’yu çok sert bir nota ile uyardı. Yaşanan acıları da dünya kamuoyuna duyurdu.
      “11 Haziran 1336 (miladi-1920) sabahleyin Hacı bayram kapısındaki İslam mahaellelerine hücum eden Ermeni muhacirleri bütün İslamları cebren evlerinden sürüp çıkararak bütün eşyalarını gasp etmişlerdir. Neye uğradıklarını bilmeyen İslamlar Kahyaoğlu çiftliği ve Küçük dikili köyü yoluyla göç etmeye mecbur olmuşlardır.     11 Haziran öğleden sonra saat üçte bu çaresiz ahali yolda Kahyaoğlu çiftliğine vardıklarında otuz silahlı Ermeni’den meydana gelen bir çetenin saldırına uğrayarak bütün erkekler bir eve , kadınlarn çocuklar diğer bir eve doldurulmuş. Kırküç erkek, yirmibir kadın ve miktarı tesbit edilemeyen çocuklar kamadan geçirilmişlerdir. Ayrıca dördü erkek ve onsekizi kadın olmak üzere yirmi iki yaralı vardır. Kadınların kollarını ve kulaklarını kesmek suretiyle bilezik ve küpelerini almışlardır.
                                              13 Haziran 336 (1920)    Büyük Millet Meclisi Reisi M.Kemal”.
 
     CAMİLİ KÖYÜNDE PARÇALANMIŞ TÜRK BAYRAĞI
    
      Çukurovada düşman işgalinin en acı bir şekilde yaşandığı günlerden 15 Haziran 1920 günü, Çaldağı eteğindeki Camili köyünde insanın dayanma gücünü zorlayan büyük bir katliam yaşandı.
Ramazanoğullarına bağlı oğuz/Türkmen boylarının yüzyıllar önce Çukurova’ya yerleşerek yurt tuttuğu ve ilk cami yaptıkları, Adana ve yakınlardaki şehirleri fethettikleri önemli  bir yerde bulunan Camili köyünde  yaşanan tarihin ve toprağın kıyamete kadar ses vermesini sağlayacak kadar silinmez anılarla dolu idi.
     Yakınlardaki Dedepınarı köyünde toplanarak Camili köyüne saldırıya geçen Ermeni ve Assuri çeteler köy girişinde bulunan siperlerdeki  Avni Çavuş kumandasındaki az sayıdaki  kuvayı milliye güçleri ile çatışmaya girdiler.  Avni Çavuş, siperleri savunamıyacağını anlayınca  az yukardaki mağaraya kaçtı ve saklandı. Ermeni kamavorlar mağara önüne geldiler. Saatlar süren kurşun ve bombanın kullanıldığı çatışma yaşandı. Sonra mağaranın önüne yatak- yorgan, odun yığıldı ve ateşe verildi. Avni Çavuş, uzun bir süre sonra “ölmüştür” denilerek ayrılan Ermenilerin gitmesinden sonra gözleri kararmış bir halde ateş yığınındaki közlere basarak kurtulabildi.
     Ermeniler aynı anda köy yakınlarındaki Rifat Efendi çiftliğine de saldırdılar. Çiftliğin girişindeki demir kapıya kurşun ve bomba atıldı. İçeri giren “kamavorlar” tulumbadan su alan  Fatma hanım ve sırtındaki 6 yaşının içindeki Muhittin’i mızraga benzer demir bir kazık göğse saplanarak öldürülüyor.   Ve olaylar esnasında tarihi Camili köyü yakılıyor. Çiftlikteki tulumbanın çevre duvarı üzerinde bulunan ayyıldızlı Türk bayrağı simgesi demir çubuk ile kırarak parçalanıyor.  Yakalananlar eller bağlı bir halde Ceyhan nehri kıyısında topluca
öldürülüyor.
Yolunuz bir şekilde Adana’ya düşer de Yüreğirovası’nın orta yerindeki Çaldağı eteğindeki tarihi Camili köyüne uğrarsanız,karşınızda haritadan silinen bir köy yerini bulursunuz. Biraz yürümeye başladığınızda ayaklarınıza eski Türk köyünden geriye kalan küp ve cere parçaları dokunabilir. Çıkan sesler aslında yaşanmış bir trajediden geriye kalanlardır. Aynı yerdeki Rifat Efendi çiftliğindeki tarihi tulumba  duvarı üzerinde bulunan parçalanmış Türk bayrağı 15 Haziran 1920 tarihli olayı hatırlatırcasına  gözyaşlarını dökerek sizleri karşılar.
 
     NEDEN GİDİYORSUNUZ!
 
     Kasım 1921 sonlarına doğru Çukurova’da düşman işgali ve işbirlikçilerinin  yakıp yıkarak enkaz hayline getirdikleri bir ülkenin  Türkiye’nin bağımsızılığı yönünde önemli gelişmeler yaşandı. Fransızlar Ankara anlaşmasını yaparak işgal altında tuttukları topraklardan Çukurova’dan çekilmeye karar verdiler.  Ok sayıda Ermeni’nin Çukurova’dan kaçarcasına ayrılmak istemesini de istemeyen Mustafa Kemal, dünya kamuoyuna karşı aşağıda metnini verdiğimiz bildiriyi yayınladı.
      “Türkiye topraklarındaki değişik ırklara mensup unsurlar,asırlardan beri tek bir vatanın evlatlarına yakışır bir kardeşlik ve evgi yaşamış,sosyal bağların en kuvvetlisi olan menfaat birliği ile birbirine ve birçok aziz hatıralarla bu memlekete bağlanmış olduğu halde, memleketimizin huzuru ve sükunu  kendi menfaatlarına uygun düşmeyen teşvikcilerin tahrik eseri olarak bazı yanlış anlama ve anlaşılmaların son zamanda da birtakım uygunsuz haller meydana getirdiğini gizlemeye ve saklamaya lüzum yoktur. Bir ailenin fertleri arasında da olabilecek bu gibi geçici hallerin ve bunların sonuçlarının giderilmesi için bugün tam bir genel af ilan edilmiştir.      Hükümet bununla vatan evlatları arasındaki yanlış anlamaların devamını gerektirecek sebebleri ortadan kaldırmış ve ana baba şefkatinin gerektirdiği vazifeyi yapmış olur.      Şimdi halka da düşen görevler vardır. Bu görevleri birkaç kelime ile hatırlatmak için, hiçbir ırk ve din farkı gözetmeksizin, bütün halka sesleniyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, bir halk hükümetidir. Memleket menfaatlarına ait hususlarda vatandaşlarla hükümet arasında görev bakımından işbirliği vardır. Memleketin sükunete olan ihtiyacının derecesini izaha bile lüzum yoktur. Düşmanların kötü niyetle yaptıkları haberleri uygulamada yalanlamak lazımdır. Hür ve birleşmiş bir milletin fertleri olduğumuzu bütün dostlarımıza ve düşmanlarımıza karşı ispat ve teyit etmemiz gerekir.     Bu sebeble hükümete yardım ve memleket çıkarlarını her türlü şahsi çıkarlardan üstün tutmak sizlere düşen görevdir. Şimdiye kadar birçok olağanüstü hallerde ve önemli olaylar karşısında ağırbaşlılığı ve sükuneti korumada kabiliyetini göstermiş olan halkımızın bu sefer de bu lüzumu takdir ederek hangi dil ve ırka mensup olursa olsunlar aralarında karşılıklı bir sevgi doğacağına, akla mantığa uymayan hiçbir hal ve harekette bulunmayacaklarına inanıyorum5.12.1921        TBMM Reisi Mustafa Kemal”          
     Yukardaki bildirinin yayınlandığı  tarihten kısa bir süre önce  tarih boyunca birbiri ile birlikte barış ve adalet içinde yaşamış Türk ve Ermeniler arasındaki tarihi beraberlik  büyük ölçüde sona ermiş oluyordu.  Adana Taş köprüsü  yakınlarında bekleyen iki tekerli arabalar ile binlerce Ermeni tren istasyonuna doğru hücum ederek kaçmaya başlamışlardı. Mersin,Karataş, Ayas, İskenderun limanlarında hazır bekleyen vapurlar ile Suriye ve Ortadoğu ülkelerine, Avrupa’ya gidiyorlardı. Nice acı olaylar yaşanmış “tarihi beraberlik” sona ermişti. Son anda bile  TBMM’nin Reisi Mustafa Kemal’den “gitmeyin, ayırım yapmadan barış içinde birlikte yaşayalım, düşman olmayalım” çağrısına kulak veren olmadı. Ve tarihi beraberlik acı bir şekilde sonda erdi. Belleklerde hatırlanan nice izler bırakarak.
 
    DÜNYA KAMUOYUNA SUNULAN BİR MESAJ
    Anadolu’da savaşın devam ettiği 1921 yılı Şubat ayı içinde ABD’Lİ gazeteci Clanence K. Streit, Mustafa Kemal ile bir araya gelerek “Ermenilere karşı uygulanan ve iddia edilen soykırım olayı ile ilgili sorular sordu. Ve aldığı cevapları gazetesinde yayınlamıştır.  Mustafa Kemal’in “Ermeni tehciri” konusundaki görüşleri:
      “Dünya kamuoyu Ermeni halkının tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz.      Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna dayanmaktadır: Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman arlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor,. Gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Bu cinayetleri işleten saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından itibaren kendilerine kapitülasyonların  bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ve bu maksada matuf olarak büyük stokla husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerine yapıyorlardı.     İngilizler’in sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya kamuoyu, Ermeni halkının tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı ithamda( suçlamada) bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır. Ve bunların ekserisi şayet itilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı”. 
    Evet,yaşanmış tarihi olaylar bir zaman sonra unutulmuş gibi olsa da sararmış belgelerde yazılı olduğu şekilde yeniden ama ibretlerle dolu bir şekilde insanlığın bilgisine sunulmuş oluyordu. Ki geriye dönüp baktığımızda  insanlar arasında barış ve dostluğu koruyup güçlendirmesi gerekenlerin olaylardan kin ve husumet duygularıyla düşmanlık yaratmaları ve yeni nesillere sunmaları kadar insanlık adına daha büyük bir kötülük olamazdı herhalde…

Hiç yorum yok: