5 Aralık 2011 Pazartesi

MURAT BARDAKÇI-Topkapı Sarayı, özel müzelerin deposu mudur?

Geçen gün, Topkapı Sarayı'nın idarecilerinden olan bir arkadaşım, özel müzelerden ve organizasyonlardan gelen sergi taleplerinin artık "illallah" dedirttiğini anlatıyordu.

İstanbul'daki özel müzelerden biri "Elyazması Kur'an Sergisi" açmaya heveslenmiş, saraya müracaat etmiş ve Türk hat tarihinin en önemli isimlerinin imzalarını taşıyan 80 adet Kur'an'ın birkaç aylığına kendilerine verilmesini istemişler.

Talep ettikleri Kur'anlar sekiz yahut on sekiz değil, tam seksen adet!...

Ne güzel değil mi? "Ticarî başarımızın yanısıra kültür alanında da büyük işler yapmaya karar verdik ve müze kurduk. Artık çok güzel, çok önemli sergiler açacağız" diyecek; sonra Topkapı Sarayı'nın kapısına dayanacaksınız: "Haydi, bize şu, şu, şu eserleri verin de müzemizin ismini duyuralım".

Topkapı Sarayı sanki hazretlerin antika mal deposu; eskici gibi kapı kapı dolaşıp sergileyecek eser istemek de gûya "müzecilik"!

BORAZANCIBAŞI MİSÂLİ

Böyle talepler sadece esersiz müzelerden gelse, iyi... Şimdilerde "2010" adı altında birşeyler yapılıyor ve epey para harcanıyor ya, "Devlet malı deniz..." sözünü doğrulamak isteyen birkaç aklıevvel de sarayın kapısında beklemede... Avrupa'nın kenarda-köşede kalmış bazı müzeleri ile yahut dışardaki organizasyon şirketleriyle sergi projesi hazırlayıp saraya gidiyorlar. Talepleri hep aynı: "Sergi açacağız ama eserler sizde. Hazırladığımız şu listedeki malları almaya geldik, verin de biraz para kazanalım!"

Türkçe'de "Bilmemnesine güvenen borazancıbaşı" diye çok güzel bir söz vardır ve vakıf, özel müze yahut sivil toplum örgütü kurmaya heveslenenlerin öncelikle uymaları ve akıllarından asla çıkartmamaları gereken kural, bu sözde gizlidir.

Vakıf mı kuracaksınız, o vakfı yaşatacak mal varlığını temin etmeden bu işe kalkışmamanız gerekir. Özel müze mi kurdunuz? Müzeciliğe elinizde sergilenmeye lâyık objeleriniz varsa heveslenebilirsiniz. Sivil toplum örgütü hazırlığında mısınız? Faaliyetlerinizi rahatça devam ettirebileceğiniz paraya sahip değilseniz, hayallerinizi unutmak zorundasınızdır.

Ama kural artık değişti, vakıf yahut sivil toplum örgütü kavramı, bir grubun devletten para alabilmesi yahut bina tahsisi sağlayabilmesi hâlini aldı. Vakıf kurmaya heveslenenlerin çoğu vakıf senetlerini tasdik ettirdikten sonra hemen Millî Emlâk'e yahut belediyelere koşup "Aman bize köşk, konak veya saray yavrusu gibisinden mütevazi bir bina" diyorlar. Sivil örgütlenmecilerin yaptığı da aynı, yani "borazancıbaşı" misali herşeyi kendilerinin sağlaması gerektiği kuralı bir yana atıldı ve çoğu devletin kapısında...

MÜZE Mİ, SERGİ SALONU MU?

Bu, işin bir tarafı... Yeni kurulan kimi vakıflar eski senelerin büyük derdi olan Kamu İktisadî Teşekkülleri gibi devletten beslenmeye heves ederken, bazı özel müzeler de "müze" isminin gölgesinde, sosyetemizi ağırlamaya mahsus bir sergi salonu haline geldiler.

Bu müzelerin başındaki zevâta göre obje almak, kolleksiyon yapmak yahut vârolan koleksiyonları zenginleştirmek artık gereksiz, eski, hattâ çağdışı bir anlayış! Depoları ağzına kadar dolu olan koskoca Topkapı Sarayı orada ne güne duruyor? Gidip istersiniz, vermezler ise Ankara'da sözü geçen birilerini ikna edersiniz, emir buyururlar ve saraydan istediğinizi alır, reklamınızı bir güzel yaparsınız... Hattâ saray babanızın malı ya, depolarda hoşunuza giden ne varsa yurtdışına bile götürebilirsiniz... Dolmabahçe Sarayı'nın kol-leksiyonlarından alıp sergilediğiniz tabloları tahrip etmek bile hakkınızdır!

Hele, "müze" dediğiniz binada en pahalısından bir de restoran açıp birkaç yeni zengini restoranın müdavimlerinden yapabildiniz mi, şânınız arttıkça artar!

İşte, bu yüzden özel bir müzenin Topkapı Sarayı'ndan tam 80 adet elyazması Kur'an talep etmesine hiç de şaşırmamak gerekir. Saraya gidip "Burayı içindekilerle beraber bize devredin, adını değiştirip kendi müzemizin ismini verelim" demediklerine şükredin!

Murat Bardakçı
(Habertürk, 26.07.2010)

Hiç yorum yok: