3 Aralık 2011 Cumartesi

mustafa armağan-"Siz kim, Abdülhamid kim!"

23 Temmuz 1908 akşamı çekilen telgraflarla Abdülhamid taraftından ilan ettirilen Meşrutiyetin ve arkasından yapılan iki dereceli seçimlerle toplanan meclislerin (Ayan* ve Mebusan meclislerinin*) ne kadar verimli çalıştıklarını ve o günden bugüne yaşadıklarımızla parlamenter demokrasiye ne büyük zorluklarla geçilebildiğini nice acı olayla tecrübe ettik.

Bu arada kaç defa askeri darbe kesintileri yaşadık. Bunların ikisinde (27 Mayıs ve 12 Eylül) mevcut anayasalar lağvedilmiş, kaldırılıp bir kenara atılmış ve Meclisler süresiz olarak kapatılmıştır. Fakat bunlar sözümona "ilerici" devrimlerdir. Demokratlıkta mangalda kül bırakmazlar (özellikle de 27 Mayısçılar). Yine aynı darbeci güruha bakarsanız, Abdülhamid baskıcıdır, özgürlüklüleri boğmuştur, Kızıl Sultan'dır.

İnsanlar aynaya bakmayı unutuyorlar ne yazık ki. Hem silah gücünüzle darbe yapacaksınız, Meclisi kapatacaksınız, Anayasayı iptal edeceksiniz, Başbakanı, bakanları asacaksınız, sonra da darbe yapmamış, Meclisi erken tatile sokmuş, Anayasayı yürürlükten kaldırmamış, bu arada kimseyi siyasi olarak asmamış olan bir yöneticiyi Kızıl Sultan ilan edeceksiniz. Ve bizden de buna bebek gibi inanmamızı bekleyeceksiniz.

Siz kim, Abdülhamid kim! Hadi kendi aynanıza bakmıyorsunuz, bari tarihin aynasına bakın.

Bakın ki, siz öldüğünüzde arkanızdan kaç kişi ağlayacak? Oysa Sultan Abdülhamid'in kıymeti, Birinci Dünya Savaşı'nda yine kendisini tahttan indiren Meclis-i Mebusan üyeleri tarafından anlaşılmış, nitekim ölüm haberi Mecliste okunurken, milletvekilleri saygılarından ayağa kalkarak dinlemişlerdi.[1] Üstelik bu tarihte iktidarda değil, sürgündedir ve on yıldır ortalıkta yoktur. Keza cenaze töreni, adeta tahttaki bir padişahınki kadar kalabalık olmamış mıydı?

Sadece saygılarından mı ayağa kalkmıştı milletvekilleri? Sanmıyorum. Hepsi saygı duymuyor olabilir ona. Herhalde biraz da utançlarından. Kendisinden teslim aldıkları milyonlarca kilometrekarelik bir ülkenin neredeyse avuç içi kadar kaldığı bir dönemde bir öüye karşı hissedilecek tek duygu, hicap* olmalıdır da ondan.

Mustafa Armağan
(Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 2, Timaş Yayınları,
İstanbul, 2009, Sayfa: 232-233.)

[1]Necdet Sakaoğlu, Abdülhamid II, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt:1, İstanbul, 1993, s.42.

Hicap: Utanma, utanç, sıkılma.

Ayan meclisi: Osmanlı parlamentosunun, üyeleri padişahça atanan kanadı. İlk Ayan Heyeti, 19 Mart 1877 günü, Sultan Abdülhamid Han tarafından Dolmabahçe’nin büyük salonunda meclisin açılması ile vazifeye başladı. Padişah tarafından tayin edilen bu heyetin, 27 üyesi vardı. Ayan Heyeti çalışmalarına bir sene kadar devam etti. Mebusan Meclisinin faaliyeti, bu meclisin çoğunluğunun, Türk olmayan azınlıkların elinde olması sebebiyle, 13 Şubat 1878 tarihinde Sultan Abdülhamid Han tarafından durdurulunca, Ayan Heyeti, İkinci Meşrutiyet'in ilanına kadar (1908), herhangi bir vazife görmedi. Fakat, üyeleri hiçbir göreve tayin edilmediler ve normal maaşlarını aldılar. İkinci defa meclis açıldığı zaman, bu heyetten, hayatta yalnız üç kişi kalmıştı. Kanun-i Esasi’de 1909’da yapılan değişikliklerle, her konuda yasa teklifi yetkisini elde eden Ayan Meclisinin hukuki varlığı, Osmanlı Devletinin ortadan kalkmasıyla son buldu.

Mebusan meclisi: Osmanlı parlamentosunun, üyeleri halk tarafından seçilen kanadı. Meb’ûsân meclisi, kânun tasarılarını görüşür, sonra Âyân Meclisinin ve pâdişâhın yetkisine sunardı. Hükûmete güven veya güvensizlik oyu vermesi de söz konusu değildi. Meb’ûsan meclisinin üye sayısı her 50.000 Osmanlı vatandaşına bir temsilci düşecek şekilde tesbit ediliyordu. Seçim gizli oyla yapılmaktaydı. Osmanlı vatandaşı olmayan, özel bir durum gereğince geçici olarak yabancıların hizmetinde bulunan, Türkçe bilmeyen, 30 yaşını tamamlamamış, iflâs ile mahkûm olup da îtibârı henüz iâde edilmemiş olan, kötü hâli ile şöhret bulan, daha önce hâcir altına alınmasına hükmedilmiş olup da hâlen hâcir altında bulunan, medenî haklardan mahrûm olan ve başka devletin vatandaşı olduğunu iddiâ eden kimseler, bu meclise üye seçilemezdi. Ayrıca yapılacak seçimlerde meb’ûs seçilebilmek için, Türkçe okumak ve mümkün olduğu ölçüde yazmak şartı aranıyordu.

Hiç yorum yok: