31 Mayıs 2011 Salı

ADANA ŞEHRİ HARABE…

-Adana’da Nisan 1909 ortasında  Ernmeni papaz Muşeg’in kışkırtmasıyla iç savaş çıktı. Karşılıklı olarak 10.000’ yakın insan öldü. Şehirde sağlam bir bina kalmamıştı.

-Olaylardan sonra Cemal Paşa Adana askeri vali olarak geldi. 46 Türk ve 1 Ermeni idam edildi. Olaylardan sorumlu papaz Muşeg Mısır’a kaçtı.

Çukurova’nın orta yerinde Seyhan nehri kıyısında bağlar ve bahçeler arasında şirin bir Anadolu şehri olan Adana’da yaşayanlar için yaz ayları geldiğinde  bunaltıcı sıcaklardan kurtulmak isteyenler yönlerini  kuzeydeki Toros dağlarına çevirir.  Yaylalara ulaşmak bir kurtuluştur Adanalılar için. Pınarlarından soğuk suların aktığı, çiçeklerin boy gösterdiği, eriklerin salkım saçak dalları, ulu ceviz ağaçlarının göklere yükselen  görüntüsü arasında gezinti yapanların gözünde ve gönlünde “cennet” yaşanır.

    19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde her şey bir başkaydı Adana’da. Yüzyıllardır yörenin hakimi  durumundaki Türkler’in durumu içler acısı idi. Süregelen savaşlar, hastalıklar, fakirlik, cahillik onların kaderi olmuştu sanki! Şehirde fabrikalar açılıyordu,birbiri peşi sıra… Okullar, Hastahaneler, atölyeler, çiftlikler, mağazalar da şehrin her yerini kaplamıştı ama bu nesin nesiydi. Perde aralandığında giderek zenginleşen Ermeniler, öncelikle para  ve tefecilik piyasasını ellerine geçirmişlerdi.  Sistemli bir şekilde Türkleri borçlandırıyorlar. Sonra da servetlerine el koyuyorlardı.  Şehir içindeki yabancı konsoloslar da sanki birer emlak komisyoncusu idi.  Toprak satın alıyorlar, kendi yurttaşlarının Çukurova’ya yerleşmesi için uğraşı veriyorlardı. Toros dağlarında ötede beride bulunan zengin krom, demir, kurşun, çinko, kömür , bakır madenlerini işletmek pazarlamak hakları da yabancılara verilmişti.  Sanki bir kanser hastalığının vücudu kaplaması ve hastayı ölüme sürüklemesi gibiydi Çukurova Türklerinin durumu.
    Seyhan ve Ceyhan nehrinin suladığı ova topraklarındaki çiftliklerin çoğunluğu Ermenilerin olmuştu. Bezdikyan, Gülbenkyan, Nalbantyan, Gökdereliyan gibi önde gelen Ermeniler, şimdi yörenin en zenginleri arasında idiler. 1900’lü yılların başlarında Adana Ermeni kilisesine temsilci olarak gelen Papaz Muşeg, aynı zamanda Ermeni ihtilalci örgütlerinin de adamı idi. Olaştığı yerlerde kendi soydaşlarını yandaşlarını topluyor onlara “fecir (ışık) göründü” diye başlayan sözlerle anlamlı mesajlar veriyordu.  Adana Adliyesinde görevli Karabet Çallıyan , eski komitacılardan Gökdereliyan, Ermeniler arasında siyasi mesajlar vermeye devam ediyorlardı.

Tarih kitaplarına “31 mart vak’ası” olarak geçen İstanbul’da yaşanan olaylar aynı anda Adana’ya da yansıdı. O gün takvimler miladi 13 Nisan 1909’u gösteriyordu.  Şehirde bir Ermeninin karısının  kaçırıldığı ve olayla ilgili olarak iki Türk’ün öldürüldüğü haberi yayıldı şehre. Türkler Valilik nezdinde girişimde bulundular, olayın suçlularının yakalanmasını istiyorlardı.  Şehir içinde ateş açmalar oldu. Kısa zamanda Ermeni ve Türk mahalleleri arasındaki  ilişkiler koptu. Herkes kendi mahallesine koştu. Şehrin her yerinden silah sesleri yükseldi. Yer yer yangınlar çıktı.  Ermeni mahallesindeki mazgallardan ,çatılardan, kilise kulelerinden o kadar güçlü silah sesleri gemliyordu ki…. O kadar silah ve cephane nasıl gelmişti diye düşündü insanlar.  Atışmalar 3 veya 4 gün kadar sürdü. İngiliz konsolosu Doughty Wylie  devreye girdi. Adana Valisinin görevlendirdiği şehrin ileri gelenlerinden kurulan komisyonlar mahalle aralarında dolaştı, halkı sükunete çağırdı.  Sessizlik ,sessizlik, yine sessizlik… Birbirine diş bileyen intikam gözleriyle bakan insanların sessizliği işte o kadar… Acil tedbirler almak gerekiyordu. Devletin kararıyla Dedeağaç tarafından gemilerle askerler geldi, Adana’ya yerleşti.Seyhan nehri kıyısındaki Kumluk semtinde çadırlardan kamp kurulmuştu.

    25 Nisan günü geldiğinde… Adana’nın göbeğindeki Tepebağ tarafından insanın kulaklarını sağır edercesine gökyüzüne yükselen mermilerin gürültüsü hiç durmadı. Kurşunlar askerlerin bulunduğu yere Kumluk semtine doğru geliyordu.  Kısa zamanda 15 asker vuruldu. Basbayağı savaştı yaşananlar… Kumandan emir verdi. Askerler “savaş düzeni” aldılar. Ermeni ve Türk mahalleler arasında  çatışmalar sürdü gitti. Kapılar açılıyor, içeri bombalar atılıyordu.   Günbe be gün yaşananlar akan insan kanının sel olup gitmesi, hayattan göçenlerin son anları idi. Mayıs ayının ilk günleri geldiğinde geride yanmış yıkılmış enkaz haline gelmiş koskoca bir şehir vardı. Sokak aralarından insan cesetleri toplanıyordu. Ağlayanlar, dizlerini dövenler, gözyaşları dökenlerin haline bakarak  “eyvah” dememek işten bile değildi.  Sahil şehirlerinde bekleyen Avrupalı gemiler insanları tahliye ederek uzaklaştırıyordu.  Adana’yı harabe haline getiren bu kadar silah  nereden bulunmuştu.  O günlerde şehrin içinde dolaşan bir fotoğrafçının eli deklanşöre değdiğinde binlerce yıllık insanlık tarihinin izlerini taşıyan tarihi Adana şehri adeta bir enkaz yığını idi.  İnsanlar birbirini boğazlayacak kadar canavar olamazlardı! Ama ne olmuştu insanlara böyle… Şehirde dolaşan askeri ve sivil soruşturma ekipleri suçlu bulma çalışmalarına başladılar. Her iki taraftan da kayıplar vardı. 104 Türk, 89 Ermeni tutuklandı. Yargılanmaya başladı.  Bunları ne yapmak lazımdı. Yakında bayram vardı. Şehrin valisi her iki tarafın da “barışarak” dostluk duygularının yeniden yeşertilmesini istiyordu.
    İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi ve siyasi çevreler boş durmadılar. Türk tarafından suçluların bulunması ve en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorlardı.  Devletin görevlendirdiği  mebuslardan Babikyan ve Yusuf Kemal Bey’in de görev aldığı soruşturma komisyonu ADANA’ya geldi.  Uzun uzun araştırmalar yapıldı. Halktı birbirine düşüren olayların çıkmasında  ön planda bulunan papaz Muşeg bir türlü bulunamadı. Kaçıp gitmişti olaylardan sonra… Sonradan öğrenildi Mısır’a gittiği. İlginç olaylar birbirini izledi. Soruşturmadan sonra İstanbul’a dönen komisyon kendi arasında ortak bir rapor hazırlayamadı.  Ermeni tarafı el altından “30.OOO Ermeni’nin öldürüldüğünü” açıkladı.  Oysa  şehir içinde yaşayan Ermenilerin toplan sayısı ancak 20.000 civarındaydı. Hem Ermenilerin hepsi de ölmemişti ki! Batılı ülkelerden de siyasi baskılar gelmeye başladı.  Ağustos ayı içinde İttihat ve Terakki Partisi’nin güçlü isimlerinden Cemal Paşa Adana’ya “Vali” olarak geldi.  Soruşturma komisyonları yeniden kuruldu.  Adana olayları şimdi bütün dünyanın gündeminde idi.  Sessizce yürütülen soruşturmalar sonrası batılı ülkelerin baskısından kurtulmak, dosyayı kapamak için bulunan çözüm ise insan vicdanını sızlatacak kadar acı idi. Adana şehir merkezinde 3O, Erzin ve Dörtyol taraflarından 16 olmak üzere toplam 46 Türk idam edildi. Buna karşılık olmak üzere sadece l Ermeni idam edildi. Adana olayları sonrası sadece “siyasetin gereği” icra ediliyordu. Hukuk adına  çoğunluğu Türk tarafından insanlar “darağaçlarında sallandırıldı”. Misis yöresinden Kibarağalar ailesinden idam edilenlerin feryatları o kadar fazla oldu ki duymamak için kulakların sağır olması gerekiyordu.  Görünenler zayıf ve aciz bir devletin acıklı manzarası idi.

     Adana’da “yaraları sarmak” gerekiyordu.  Şehrin kuzeyinde Bağlarbaşı semtinde Ermeni yetim kızarlı için bir okul yaptırılması kararlaştırıldı. Osmanlı yönetimi 10.000 altın yardımda bulundu. Türk ve Ermeni zenginleri ortak bir yardım komisyonu kurdular. Halktan paralar toplandı. İstanbul’dan ve Avrupa’dan da yardım geldi. Okulun mimari çizimi de Avrupa’dan geldi.  Kısa sürede okul yapıldı. Cemal Paşa açılışını yapmak üzere geldi.  İnsanların gönlünü alan bir de konuşma yaptı.  Okul,sanki bir saray yavrusu idi.  İçe dönük sütunlar arasında kalan odaları ile gösterişli bir bina idi. “Ermeni Kız Eytamhane (Yetimler) Mektebi” adıyla hizmet vermeye başladı.  Tarihin sayfaları arasına “ADANA İĞTİŞAŞI” adıyla yazılan olayın “karışıklık, anarşi,çatışma” anlamlarına geldiğini bilenler sebeplerini ve sonuçlarını açıklamak istemediler. İnsanlar olaylar sonrası “Ben nerede hata yaptım” diye kendilerini sorgulasalar bu kadar acı ve gözyaşı dökülür müydü!


Hiç yorum yok: